28 Temmuz 2015 Salı

AHİRZAMAN MEHDİLERİ 4 TÜR HER DÖNEMİN SABIK MEHDİLERİ VE FARKLI DECCALLARI OLACAKTIR


Peygamber efendimiz “aleyhissalâtü vesselâm ( Benden sonra peygamber gelmeyecek ama, Benim dînimi kuvvetlendirecek vârislerim gelecek) buyuruyor. Müceddidler İslâm dînini kuvvetlendiren, bid'atleri yâni İslâm dinine sokulmak istenen hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlimlerdir. 


Bismillahirrahmanirrahim,

Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir. 36/yâsîn-21

"Benliğime hakim olan zata yemin ederim ki, Meryem'in oğlunun adaletli bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O, Haç'ı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracak; mal (o nisbette) çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecektir." (Sünen-i Tırmizi Tercemesi, Hadis No: 2334, Mütercim: Osman Zeki Mollamahmutoğlu, Yunus Emre Yayınları, c. 4, s. 93)

"Dünyada sadece bir gün kalsa, Allah o günü uzatır da - sonra bütün raviler ittifak ettiler- O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir."

Kardeşlerim, her asırda Mehdi-misal zatların geldiği bizzat Üstad’ımız tarafından izah edilmiş bir husustur.

“Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.” (Yirmidördüncü Söz Üçüncü Dal)

Demek ki her asır mehdi manasına muhtaç olduğu gibi ahirzamandaki mehdinin zuhurundan önce, mehdinin zuhuru ve mehdinin zuhurundan sonraki olayların hepsine birden “Mehdiyet cereyanı” denir ve bu cereyanın da aşağıda Üstad’ımızın mektuplarında da işaret ettiği gibi üç mümessili vardır.

“Bu iddianın Risale-i Nura dayanan hiçbir delili olmayıp belli bir maksadı hedefleyen bir zihniyetin tekellüflü bir te’vilidir.Halbuki Risale-i Nur eserlerinde bu iddianın çürüklüğü apaçıktır. Çünkü:İman, hayat ve şeri'at olarak tabir edilen üç mesele, Risale-i Nurda açıkça beyan edilmiştir. Şöyle ki:”…

Bilakis bu üç mehdi hususu aşağıda zikredeceğimiz gibi Üstad’ımızın mektuplarındaki bir işareti olup, o mektubun başka manalarla te’vil edilmesi hakikaten çok tekellüflüdür.

Şimdi ‘üç Mehdi iddiasını çürütüyor’ denilen mektuba hep beraber bakalım inşallah..

“Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:”…

Buradan anlaşılanlar şudur ki:

1- Mehdi (a.s) Al-i Resul olacaktır. Üstad’ımız bunu Mehdi’nin bir sıfatı olarak zikretmiştir.

2- Üstad’ımız diyor ki: Kudsi cemaatin bir şahs-ı manevisi var.Bu şahs-ı maneviyi de Mehdi (a.s) temsil ediyor. Bunun da üç vazifesi var. İlk vazife olan iman vazifesini Allah ondan razı olsun Üstad’ımız yapmıştır. Zaten mektubun ileriki kısmında bu ilk vazifenin Mehdi (as)dan önce yapılacağını Üstad’ımız belirtmiştir. Diğer vazifeler ise henüz yapılmamıştır. Üstad’ımız da bu vazifelerin henüz yapılmadığını şu cümlelerle beyan ediyor.

“Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.”…

Buradan açık ve net bir şekilde anlaşılır ki Üstad’ımız bu vazifeleri yapacak cemiyeti ve seyyidler cemaatini beklemiş ve biz de bekliyoruz inşallah…

Mektubun bundan sonraki kısmına dikkat edelim:

“Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.

Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.”…

Evet, renkli yazılan kısımlara dikkat edilerek paragraf dikkatlice okunduğu zaman zaten mesele vüzuha kavuşur.. Şöyleki; Üstad’ımız zaten yukarıda Mehdi-i Azam’ın gelmeden önce iman vazifesini kendinden önce gelecek bir taifenin yapacağını söylüyor. Gayet açıktır ki; bu vazifeyi yapan başta Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hz. ve Risale-i Nur’un aşağıdaki vasıflara sahip bir kısım şakirtleridir.

Ayrıca burada Mehdi (a.s) için dikkat çekilen bir başka husus da “Hilafet-i Muhammediye (asm) cihetindeki saltanatı” ifadesidir. Demek Mehdi (as) halifelik cihetinde saltanata sahip olacak.. Halbuki bir vakıadır ki Üstad Hz. saltanat sahibi değil, mahkumdu.

Demek Üstad’ımızın yukarıdaki cümlelerinden anlaşılıyor ki, Mehdi (as) gelmeden önce, onun vazifesi olan bir vazifeyi ondan evvel gelen biri ve taifesi görecekler. Bu vazifeyi görecek olan zat, Mehdi (as) ın bir vazifesini gördüğü için Mehdi’dir denilebilir. Fakat son Mehdidir demek yukarıdaki cümleler muktezasınca hatadır..

Bundan sonra Üstad’ımız, bu taifenin sıfatlarını sayarak kimlerin bu taifeden olduğunu izah buyuruyor:

“Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)

Evet, bu vazifenin, yani Mehdi (as) dan önce gelecek olan taifenin yapacağı iman vazifesinin dayandığı kuvvet ve manevi ordusunun özelliklerini Üstad’ımız beyan etmiştir. Bu cümlede tahsis manası vardır. Yani bu manevi ordu “yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir.”

Risale-i Nur’da bu sıfatların ise kim(ler)e verildiği bedihidir diyor ve geçiyoruz…

“İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.”

Mehdi (as)’ın birinci vazifesini, onu bizzat kendisi yapamayacağı için ondan evvel bir taifenin o vazifeyi göreceğini anlattıktan sonra burada Üstad’ımız Mehdi (as)’ın ikinci vazifesini anlatıyor. Bu vazifeyi bizzat Mehdi (as)görecektir inşallah..

Mehdi (as) ın ikinci vazifesi ise; - Halifelik ünvanıyla şeairi İslamiye’yi ihya etmektir. (Bugün şeair-i İslamiye ölüdür.)

“Alem-i İslam’ın birliğini dayanak noktası yapıp…” diyor. Demek ki buradan Mehdi (as)ın bir vazifesinin de Alem-i İslam’ın birliğini tesis etmek olduğunu anlıyoruz.

–Beşeri maddi ve manevi tehlikelerden ve gazab-ı İlahi’den kurtarmaktır. (Şu anda beşeriyet Kur’an’ın yeryüzünde hiçbir yerde hakim olmaması ve şeriat-ı Garra’nın yasak olması sebebiyle Cenab-ı Hakk’ın gazabını celb eder bir hal almıştır. Mehdi (as) ise inşallah tekrar Kur’an’ın hükümleriyle hükmederek ve şeriat-ı garrayı tatbik ederek beşeriyeti gazab-ı İlahi’den kurtaracaktır.

Bu vazifenin gerçekleşebilmesi için, önce Alem-i İslam’ın vahdetinin te’min edilmesi gerekmektedir. Ancak o zaman yeryüzünde Allah’ın dininin hakim olma misyonu için çalışacak olan ve milyonlarca efradı bulunan ordu teşekkül edebilir. Bu zaman ve zemini ise gerçekleştirecek olan şahıs Üstad’ımızın ifadesiyle Mehdi-i Ahirzamandır.(A.s) ne mutlu bize ki Üstad’ımızdan bu müjdeyi almış bulunuyoruz. Kainatın zerreleri adedince hamdolsun…

“Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile uğramasıyla o zât, (1) bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve (2) ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve (3) bütün ülema ve (4) evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar (5) fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.”



Evet, o zat İslam Devleti’ni kurup Müslümanlar arasında vahdeti te’min ettikten sonra üçüncü vazifesi ise Ahkam-ı Kur’aniye’yi ve Şeriat-ı Muhammediye’yi dünya üzerinde hakim kılmaktır.

Bu vazife-i uzmanın gerçekleşebilmesi şu şartlar altında mümkün olabilir:

- Bütün ehl-i İman’ın manevi yardımları. (Yani başta bütün mü’minler Mehdi (as) ve askerlerini bilip yardım edecekler ve dualarıyla manen destek olacaklar demektir. Demek ki bu cümleden de anlaşılır ki Mehdi (as)’ı herkes tanıyamaz iddiası hakikatsiz bir iddiadır.

- İttihad-ı İslam’ın muaveneti. (Mehdi (as)’ın önceden gerçekleştirdiği ittihad-ı İslam, (İslam birliği, tek bir İslam devleti) ordusuyla bilfiil bu vazife-i uzmaya yardım edecek demektir.

- Bütün ulemanın iltihak etmesi. ( Bütün İslam uleması Mehdi (as)ı tanır ve ona bi’at eder ve halkı bilgilendirerek ilmi cihadla bütün kuvvetleriyle bu vazife-i uzma adına ve namına çalışırlar demektir.)

- Evliyanın iltihak etmesi. (Sadece ulema değil, bütün veliler dahi Mehdi (as)ı tanırlar ve ona bi’at ederler ve manevi destekleriyle bu vazifenin icrasına yardım ederler demektir.)

Üstad’ımız’ın bu cümlesinde “evliya”nın da Mehdi (as)ın ordusuna iltihak edeceğini bildirmesiyle Üstad’ımıza isnad edilen “Hatemü’l Evliya” iddiası da boşa çıkmış olur.

- Ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihakları. (Burada dikkat edilecek husus şudur ki:

Üstad’ımızın ifadesiyle iki çeşit Al-i Beyt vardır. Biri Rasulullah (sav)’ın mübarek pak neslinden gelen bildiğimiz Al-i Beyt-i meşhurdur. Diğeri ise sünnet-i seniyyeyi tam irtikab edip Al-i Beyt-i Mustafa’ya ciddi muhabbet eden manevi Al-i Beyt’tir. Üstad da bizzat manevi Al-i Beyt’ten olduğunu ifade etmiştir.

Fakat cümleye dikkat edersek burada bilinen Al-i Beyt-i meşhurun kast edildiği aşikare anlaşılmaktadır. “Al-i Beyt’in neslinden” ifadesiyle açıkça nesebi bağ kast edilmiştir.

Buradan anlaşılacak bir diğer husus “her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihakı” cümlesidir. Demek ki mübarek Al-i Beyt’in her bir ferdi bu dava-i azime omuz verecekler ve bizzat Mehdi (as) a bi’at ederek onun ordusunun mühim bir kuvveti olacaklar demektir. Yoksa birkaç seyyidin toplanması Üstad’ımızın burada bahsettiği hadiseyi gerçekleştirmez.

Evet, Risale-i Nur’un hakimiyetinin bu asırda ve gelecek asırlarda devam edeceğine hiç kuşku yoktur. Zaten Üstad’ımız da yukarıdaki mektupta Mehdi (as) ın Risale-i Nur eczalarını kendine hazır bir program yapacağını beyan buyurmuştur. Demek Risale-i Nur’un ve Risale-i Nur hizmetinin kıyamete kadar baki olması Mehdi (as) ın gelmesine engel teşkil etmez ve bunda hiçbir tezatlık yoktur.

Bu kısa açıklamadan sonra şimdi de Risale-i Nur’un Hakimiyet devresi adı altında yayınlanan yazıya bakalım…

RİSALE-İ NUR’UN HAKİMİYET DEVRESİ

“Keza Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nurun bu asrı ve gelecek asırları tenvir edeceğini açıkça beyan ederken, Nurun vazifesine hatime çekmek veya nazarları başka noktalara kaydırmak, en azından Risale-i Nuru me’haz tutmamak veya Nurlara sathî bakıp hayalden yürümektir.”

İşte bu cümlenin altında yatan mantaliteyi anlamakta zorlanıyoruz. Ben şahsen Risale-i Nur dairesi içinde hizmet edip de, Nurun vazifesine hatime çekmek isteyen ve gelecek olan Mehdi (as)ı Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin dışında, ondan ayrı bir hareket olarak gören hiçbir kardeşime, gerek bu platformda gerek içtimai hayatta rastlamadım. Rastlayan ve gören var mı? O vakit bu cümle hakkında söylenecek tek bir şey vardır ki: Bizim görüş ve düşüncelerimiz yanlış mecralara kaydırılmak isteniyor. Üstad’ın Mehdi-i Ahirzaman olduğu ispatlanamayınca “Bunlar Risale-i Nur dışına nazar çevirmek istiyor” gibi haksız ve yersiz ve bizim görüşlerimizde ma’kes bulmamış fikirlerle Risale-i Nur okuyucularının dikkatleri yersiz korkularla dağıtılmak isteniyor diyebiliriz.

Evet, bizim Risale-i Nur’un bu asrı ve gelecek asırları tenvir eden ve edecek olan bir mucize-i Kur’an olduğuna hiçbir itirazımız bulunmaması hasebiyle bu başlık altında Risale-i Nur’un değişik yerlerinden yapılmış olan ve davamıza burhan olan hakikatlere bir itirazımız olmadığı gibi bu kıymetli cümleleri ale’r-re’si ve’l ayn kabul ediyoruz. Amma son alıntılanan Şualardaki Üstad’ımızın hizmetkarlarının mektubundaki kısım ki:

“Hz. Üstadın;“Envâr-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ve maarif-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ve füyuzat-ı şem'-i İlahîyi en müşa'şa' bir şekilde parlatması ve Kur'anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi (A.S.M.) ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, O zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir'at-ı mücellası, · ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri · ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı · ve şem'-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.” (Şualar sh: 671)

Şeklinde olan bölümünü, mektubu yazan ağabeylerimizin hüsn-ü zanları olarak değerlendirmemiz gerekir. Çünkü Risale-i Nur’un sair kısımlarında Üstad’ımızın bu tür ifadeleri te’dil ettiği görülecektir. Hem bu kısmı olduğu gibi anlamak, başta yukarıda izah ettiğimiz mektub olmak üzere Üstad’ımızın bir çok mektubuna muhalif kalır. Demek ağabeylerin mektupları enzara verilirken Risale-i Nur’un diğer kısımlarıyla birlikte mütalaa edilerek mana-yı hakikisi anlaşılabilir. Kaldı ki zaten son cümlede mektubu yazan zevat dahi, Üstad’ımızın hizmet-i imaniye cihetinde son olduğunu vurgulamışlardır. Demek mektubun can alıcı noktasını geçiştirerek kendi istediği mananın rayında kelimeleri işaretleyerek nazarları o kelimelere vermek, ancak kendini kandırmak olur.

Bazı ağabeylerimizin hüsn-ü zan göstererek Üstad’ı son ve beklenen Mehdi olarak görmelerinin sebebiyse aşağıda açıklanacaktır.

“Yani mezkür beyanlar, gelecek devrede geniş sahada hizmet edecek zatlar dahi Bediüzzaman Hazretlerine bağlı kalacağından Bediüzzamanın ve Risale-i Nurun manevî riyaseti dairesinde, temsilen icra edilen müceddidiyet cereyanından başkası aranmaz diye ifade ediyor.”

Bu cümleye bir itirazımız olmamakla beraber görüyoruz ki cümlede müceddidiyet cereyanı, mehdiyet cereyanıyla aynı manada kullanılmış. Şimdilik bunu aklımızın bir köşesine yazalım, ileride tekrar karşımıza çıkabilir.

“İşte kısmen tesbit edilen mezkür sarih beyanlar ve kat’î hükümler karşısında yine te’vile sapmak, te’vil değil tahrif olur.”

Evet, madem bu cümle kullanılmış, elbette bu cümlenin muktezasınca hareket edilmesi gerekir. Üstad’ın “ben beklenen zat değilim, onun pişdarıyım” şeklindeki sarih beyanları ve Mehdi (as)ı tarif ettiği kat’i hükümler karşısında yine te’vile sapmak, te’vil değil tahrif olur.

Şimdi gelelim Üç Müceddid mektubuna;

“Yalnız Kastamonu Lahikasında üç mehdi değil, üç müceddidden bahis var. Fakat herbir müceddid dahi tek şahıs değil bir şahs-ı manevîdir. Şöyle ki:…”

Bu çalışmayı okuyan müdakkik kardeşlerim!Siz de takdir edersiniz ki, bu cümlede sanki mektub okunmadan mana veriliyor gibi bir hal takınılmış.. Bu cümlenin sahibine şunları sormak ve söylemek gerekiyor:

1 – Yukarıda Mehdiyet cereyanı olarak bahsedilen meselede mehdiyet yerine müceddidiyet cereyanı ifadesi kullanılmış. Peki yukarıdaki mektub Mehdi(as) dan bahsettiği halde müceddidiyet cereyanı olarak tesmiye edildiği halde neden burada Üstad’ın üç müceddid kelimesini Mehdi’yi de teşmil edecek şekilde kullanmasına itiraz ediliyor.

2 – Üstad’ın üç müceddid var dediğini kabul etmekle, Üstad’dan başka şahıs gelmeyecek, Üstad son müceddiddir, hatemü’l evliyadır gibi ifratkar cümleler de kesin olarak hükümsüz kalıyor.

3 – Aşağıda mektubda da belirtileceği gibi mektub okunduğu vakit görülecektir ki: Evet, Üstad müceddid kelimesi kullanmıştır. Fakat mektubta zikredilen vazifeler Risale-i Nur’un değişik yerlerinde Mehdi’nin vazifeleri olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla buradaki Üstad’ın söylediği müceddidtir, mehdi değil anlayışı da mektuptan çıkmadığı gibi mektuba yanlış bir mana vermek oluyor.

Şimdi mektuba bakalım:

“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir.” (Kastamonu Lahikası sh: 189)İşte bu beyanatta açıkça görüldüğü üzere:1- “iman ve din için;2- hayat-ı içtimaiye ve şeriat için;3- hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiyeiçin, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.”

diyerek üç vazife sahasını belirlemiştir.”…

Gariptir, hem çok gariptir.. Acaba şu ifadelerden nasıl başka manalar çıkarılıyor anlamakta hakikaten zorlanıyorum. Şimdi Allah rızası için söyleyelim: Birinci zikredilen mektupta Üstad’ın Mehdi (as)ın vazifeleri olarak bahsettiği vazifelerle, bu mektupta üç tane ayrı ayrı müceddidin yapacağını zikrettiği vazifeler tıpa tıp aynı değil mi? İman, şeriat, hayat kaç yerde Mehdi (as)ın vazifesi olarak geçmiyor mu? 


Her neyse..“gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.” Birer müceddid ne demektir? Her vazife için ayrı gayet ehemmiyetli bir zat gönderilecek demektir. Yukarıdaki izah ettiğimiz mektupla tamamen mana bütünlüğü içinde, üç tane ayrı ayrı zatın geleceği açık ve net bir surette beyan edilmiş. Kıymetli Üstad’ımdan Allah razı olsun ki ümmet-i Muhammed’in sahipsiz kalmayacağını, şeriat-ı İlahi’nin tekrar hakim olacağını, İslam’ın bütün dinlere galip geleceğini ve Cenab-ı Hakk’ın Müslümanları sahipsiz bırakmayıp bu vazifeleri yapacak ayrı ayrı zatlar göndereceğini bizlere müjdelemiştir. Biz Nur talebelerinin bu tebşire karşı hadsiz hamdetmesi, bu cereyanın bu daire içerisinde olacağına hadsiz şükretmesi gerekirken maatteessüf bizler bu tebşiri te’vil ederek Üstadımızın “Ümitvar olunuz!” emr-ini bir kenara bırakıp kendimizi ve ümmet-i Muhammed’i ümitsizlik bataklıklarına atıyoruz. Neyse, tekrar mevzuya dönelim:

“Yani birincisi iman hizmeti ki yukarıda açık ifadelerle bildirildiği üzere kıyamete kadar devam edecek olanNurun haslar dairesi olup bu daire o vazifeyi yapıyor.

İkincisi ise, ictimaî hayatta bid’aların izalesiyle şeairin ihyası vazifesine bakacak olanictimaiyyun heyeti ve mümessiligerekiyor.Üçüncüsü dahi, hukukî ve siyasî sahada teşri’ ve tanzim yapacak olan hukukıyyun ve siyasiyyun heyeti ve mümessililâzımdır. Bu son iki vazifenin tahakkuku, ittihad-ı İslâmın varlığına bağlıdır.

Bu üç vazifenin her biri müstakil birer mehdi olmayıp üçü birdenmehdiyet cereyanınıteşkileder. Çünkü zaman cemaat ve şahs-ı manevî zamanıdır.”…

Bakınız yazı içerisindeki tezada ki başta müceddidlikle mehdiliği birbirinden ayırdığı halde son paragrafta bunun Mehdiyet cereyanı olduğu itiraf ve kabul edilmiş. Madem bu hareketin adı ‘Mehdiyet cereyanı’ ve madem bu cereyanın her vazifesini ayrı bir şahıs ve cemaati yapacak, elbette bu şahıslara da Mehdi denilebilir ve denilmesi hata değildir. Fakat, bu zatlardan sadece birine hadislerde işaret edilen Mehdi-i Ahirzaman denilebilir. Bu zat da yine hadislerde ve Üstad’ımızın mektuplarında işaret edildiği gibi alem-i İslam’ın vahdetini te’min edecek hakim ve Hilafet-i Muhammmediye (asm) ünvanına sahip olan zattır.

“Netice:Risale-i Nur ve iman hizmeti kıyamete kadar devam edecektir.”

Tam tasdik ediyor ve ekliyoruz: “Diğer vazifeleri yapacak olan zatlar da madem va’dedilmiş, elbette gönderilecektir. Biz de bunu rahmet-i İlahi’den bekliyoruz.”

Bu kısım burada nihayet buldu. Şimdi de Mehdi-i Azam hakkındaki çeşitli meseleleri on madde içerisinde ele alalım:

Evvela; Bu abd-i pürkusur, hiçbir davası olmamakla beraber Kur’an şakirtleriyle olmak bile, kendi kabiliyetinin çok fevkinde olduğunu anlamış ve sizin gibi mü’minlerle sohbet edip, daha evvel birkaç kez yine yazdığım bu meseleyi, konunun münasebetiyle bir kez daha kaleme almış bulunmaktadır. Kalemimdeki ciddiyet, şahsı manevinizin dua ve himmetiyledir.

Saniyen; Hadis-i Şerifin nassı ile sabittir ki; Mehdi-yi Azam diye isimlendirilen ahir zamanın son Mehdisi, yeryüzünde hilafet-i İslamiye ünvanı altında Sünnet-i Nebeviye dairesinde dünyanın büyük bir sultanı ve hakim-i adil olarak kırk sene hüküm sürecektir diye bütün sahih kitaplarda mevcuttur.

Bu Hadis-i hiçbir İslam alimi, Üstad Hazretleri dahil tevil etmemişlerdir.

Bu hadisin nası ile, ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi Azam, küre-yi arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i Muhammediye (ASM) namı altında, sünnet-i Nebeviyeyi ihya eden, kırk sene saltanat süren ve alem-i İslam’daki şer’i şerife muhalif olan cümle devletlerdeki bid’aları temizleyen bir hakim-i adildir.

Fiilen hilafet-i ruy-i zemin vazifesini yapmayan müceddid-i dine ve müçtehidin-i izama ehl-i sünnet vel cemaate göre Mehdi-yi ahir zaman denilmez.

Salisen; Şiilerin Resul-i Ekrem (ASM)’den mervi olarak kabul ettikleri ve bütün ehl-i sünnet vel cemaat ulemasının ise mevzudur, aslı yoktur dedikleri bir hadiste Resul-i Ekrem (ASM) şöyle buyurmaktadır;

“Mehdi-yi ahir zaman çıkacak ve onun altı talebesi olacak. Mehdi vefat ettikten sonra o altı talebesi onun yerine geçecek ve onun yerine hüküm sürecek. Yani devlet idaresinde hükümdar olup, şeriat-ı garrayla hükmedecek.”

Firak-ı dalleden olan Şiiler, bu hadisin Resulullah (ASM)’den mervi olduğunu ileri sürmüşler. Fakat bütün ehl-i sünnet vel cemaat uleması ve hadis imamları ise bu hadisin mevzu ve asılsız olduğunu kitaplarında ispat etmişlerdir.

Çünkü Şiilerin inancına göre; Mehdi-yi ahir zaman hükümdar olmayan bir zata da denilebilir. Ehl-i sünnet vel cemaate göre ise; küre-i arzda, İslam aleminde fiilen hilafet-i İslamiye unvanıyla hüküm sürmeyen zata, Mehdi-yi ahir zaman veya Mehdi-yi azam denilmez.

Rabian; El işaa adlı eserin 112nci sayfasında mealen şöyle denilmektedir;

“Resul-i Ekrem (ASM), hadis-i şeriflerinde Hazret-i Mehdinin geleceğini ve dünyada hilafet-i Muhammediye (ASM) unvanıyla kırk yıl hüküm süreceğini, Hazret-i İsa (AS)'in da semavattan nüzul ile kırk beş yıl hakimiyet süreceğini, hem önce Hazret-i Mehdinin geleceğini, otuz üç yıl hilafet-i Muhammediye unvanıyla şeair-i İslamiyeyi ihya etmek ve inkilabat-ı zamaniye ile çok ahkam-ı Kur'aniyenin ve şeriat-ı Muhammediye’nin (ASM) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zat, İslam aleminin birlik ve beraberliğini temin edip, hilafet-i İslamiyeyi ittihad-ı İslam’a bina ederek vazife göreceğini, daha sonra yedi veya dokuz yıl semavattan nüzul eden Hazret-i İsa (AS) ile beraber vazife görüp, Müslümanlarla İsevi ruhanileri ittifak edip, Kur'anı tüm devlet idarelerinde hakim kılıp, din-i İslam’a hizmet edeceklerini, Hazret-i Mehdi bu vazifelerini itmam ettikten sonra vefat edip, Hazret-i İsa (AS)'in otuz sekiz veya otuz altı yıl yalnız başına din-i İslam’a hizmet edeceğini haber vermiştir."

Bu hadislerden anlaşılıyor ki, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS)'in toplam hizmet süreleri seksen beş yıldır. Bunun yedi veya dokuz yılında beraber hizmet ettikleri için, bu yedi veya dokuz yılı toplam hizmet süreleri olan seksen beş yıldan çıkarırsak yetmiş sekiz veya yetmiş altı yıl kalır. Bu süre 1428 ile 1506 tarihleri arasında din-i İslam’ın bütün cihanda hakim olacağı sürenin toplamıdır.

Şimdi Hicri 1428 yılındayız. 1506'ya kadar yetmiş sekiz yıl var. Yani Allah-u A’lem bi’ssavab din-i İslam’ın hakimiyet devresi ve Mehdi (as)ın zuhur devresi çok yaklaşmıştır diyebiliriz.

Hamisen; Üstadımızın mübarek talebelerinden bir zat, Üstadın vefatından sonra, manevi alemde terakki ederken velayet makamlarından biri olan Mehdilik makamının gölgesi altına girdiğinden kendisini o makamda görmüş ve Mehdi olduğunu ilan etmiş.

Bu fitneyi söndürmek niyetiyle Üstadımızın bazı talebeleri “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bazı telkinatta bulunmuşlardır. O mücadelenin ifrat ve tefriti yüzünden bugünkü hal meydanı almıştır.

O zat her ne kadar mesul olmasa da ifrat sebebiyle o hisse kapılmasından meydana getirdiği zarar ne kadarsa, “Üstadtan sonra Mehdi gelmeyecek” diye bütün Müslümanların ümidini kırmak ve “Cenab-ı Hak her yüz senede bir müceddid-i din gönderiyor” diyen Resul-i Ekrem (ASM) tebşiratından bu asırdaki insanları hissesiz çıkarmak sebebi ile verilen zarar ise, ondan daha büyüktür.

Bu tehlikelerden, ifrat ve tefritten kurtulmak için Üstad Hazretlerinin ileride nakledeceğimiz beyanatlarına istinaden Risale-i Nurun cereyanı, Mehdilik cereyanıdır. Ve bu cereyanın üç mümessili var diye biliriz.

Birinci Mümessili; Üstadımız ve Risale-i Nurun mevcut talebeleri.

İkinci Mümessili; Hayat-ı İçtimaiyeyi İslamiye de hilafet unvanıyla kırk sene hükümdar olacak ve Risale-i Nuru kendisine program edecek zat ki, Hazret-i Mehdidir ve onun cemaat-ı nuraniyesi.

Üçüncü Mümessili ise; Hazret-i İsa ve onu şakirtleridir. Hazret-i İsa ki, peygamberdir, hiçbir veli ona yetişmez. Bu Kur’ani hizmetin başına geçip beşeri dünya ve ahrette mesut edecek bir saltanatın başına geçecek ve kırk beş yıl yeryüzünde hüküm sürecektir.

Evet Risale-i Nur, takriben 250 senelik bir zamanı, kendisi ile meşgul eden ve edecek bir hakikat-ı Kur’aniyedir.

Üstadımız Risale-i Nurdan sonra hakikat aleminde başka bir cadde-i Kur’aniye kıyamete kadar açılmayacağını ve ancak bu dairede iki tane müceddid daha geleceğini ve bu zatların Risale-i Nuru zirve-yi fulyasına ulaştıracaklarını yani şeriat ve hayat dairelerinde müceddidlerin geleceğini haber vermiş.

İnşallah bu vad-i İlahide tahakkuk edecektir.

Nasıl ki Nakşi tarikatında İmam Nakşibendi’den sonra çok müceddidler o tarikatın tasfiyesi için geldiler, ikinci bir caddeyi açmadılar.

Öylede Risale-i Nurun hakikat dairesinden başka bir daire açılmayacak denilse doğrudur. Amma Risale-i Nur mesleğinin geliştirilmesi için, şeriatın ihyası için ve içtimai hayatın düzelmesi için başka bir müceddid-in gelebileceğini tekzib etmek ise yanlıştır.

Evet Üstadımız, biri İman ve şeriat, diğeri hayat-ı içtimaiye cihetiyle iki müceddid-in daha geleceğini haber vermiş.

Risale-i Nur hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ye bir yol açmış. Bu yolunda üç vazifesi var. Biri iman, biri şeriat, diğeri de hayattır.

Bu vazifelerinde üç mümessili var. Bu mümessillerden biri iman, biri şeriat, biri de hayat vazifesi ile muvazzaftırlar.

İşte Risale-i Nurda geçen “Ahir zamanda gelecek zat” cümlesinde geçen zattan ve mehdi tabirinden murat bu üç mümessilin mecmuudur.

Risale-i Nur dairesi içinde bu zatlar (Yani bu üç müceddid olan Üstad (RA), Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)) bu vazifeleri yapacaklar demektir.

Sadisen; Üstadımız sırr-ı İnna A’tayna Risalesi’nde, açık ifade ile, 1300’den bir asır sonra deccal ve Mehdi geleceğini haber vermiştir. Yani 1400’den 1500’e kadar olan tarihler arasında gelecekleri bekleniliyor ve bu tarihler yani 1400 ile 1500 tarihleri arasında Hazret-i İsa (AS)’in da nüzulü bekleniliyor.

Üstadımızın sırr-ı İnna A’tayna, Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve Kastamonu Lahikası gibi bazı eserlerden anlaşıldığına göre Mehdi-yi Azam, deccal-ı A’ver-i Ekber ve Hazret-i İsa (AS)’in nüzulü 1400 ile 1500 tarihleri arasında bekleniliyor ve henüz gelmemişlerdir.

Beşinci Şuada Üstadımız hadisleri izah ve te’vil ederken, bir te’vili şudur diyor. Manası çıkmış, zuhur etmiş demiyor. Beşinci Şuadan sonra yazılan sırrı İnna A’tayna İse beşinci Şuanın izahıdır. Müracaat edilsin.

Beşinci Şuada bahsedildiği deccal ve süfyan meselesi ise, deccal-ı ekberden evvel gelen küçük deccallar demektir.

Yoksa büyük deccal ve büyük Mehdi 1400’den sonra geleceklerini kesin bir şekilde sırrı İnna A’taynada söylüyor.

Yani Lenin ve emsali gibi gelmişler, büyük deccalın pişdarı oldukları gibi, Risale-i Nurda Hazret-i Mehdi-yi Azam ve Hazret-i İsa’nın pişdarıdır.

Sabian; Üstadımız Mektubat adlı eserin 440ncı sayfasında şöyle buyurmaktadır;

“Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u a'zam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (ASM) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.

Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve va'd etmiştir, vaadini elbette yapacaktır.”

Üstadımız burada Mehdi-yi ahir zamanın hakim olacağını haber vermiş. Yani Hazret-i Mehdi halife-i ruy-i zemin olacaktır. Halbuki Üstadımızın hayatı hükkamların hakareti ve zillet altında geçmiştir. Böyle bir zatın Mehdi-yi Azam olduğunu dava etmek ifrattır ve Üstadın Mektubattaki izahatını dinlememekten başka bir şey değildir.

Hem en büyük bir müçtehid olacaktır demiş. Halbuki İçtihad Risalesi şahid-i kat’idir ki, Üstadımız içtihad yapmamış ve müçtehid değildir. Böyle bir şeyi dava etmek bu cümleyi ve İçtihad Risalesini kabul etmemektir.

Üstadımız imani meselelerde müçtehiddir ve Risale-i Nur ise Kur’an ve hadisten sonra en büyük bir hüccet-i imaniyedir ve Mehdinin pişdarıdır diyebilirsiniz ve Mehdidir diyemezsiniz diyor.

Yani Risale-i Nur, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS)’den yüz sene evvel gelip, tecdid vazifesi yapıyor. Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa (AS) ise, Risale-i Nurda yüz sene sonra gelip, onu imani bir program olarak neşredecekler. Ahkam ve furuattaki tecdidatı, Hazret-i Mehdi ile Hazret-i İsa (AS) yapacaktır. Yani Risale-i Nur, akaide ait olan mesailin müçtehidi ise, Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa ise ahkam ve furuatın müceddididirler.




Saminen; Hüsnü zanla, dava etmemek şartıyla ulvi makamatta terakki eden bir şahsın Üstadını o makamda gördüğünde, keşf ettiğinde halka söylememek şartıyla böyle Rabbi ile kendi arasında olan bir inanca ve itikada sahip olması o şahsa zarar vermez. Fakat o şahıs, manevi alemde gördüğünü bu maddi aleme tatbik etse hatadır.




Evet makamat-ı velayette bir makam vardır ki, makam-ı mehdi tabir edilir. O makamda bulunan mürşit zat kendisinin mehdi olduğunu ilan etmesinden mesul olmadığı gibi o mürşidin irşat ve terbiyesiyle o mehdilik makamının gölgesi altına giren talebesi de mürşidini o makamda görmekle mürşidinin mehdi olduğuna inanmasından ve böyle itikat etmesinden mesul olamaz. Fakat bu manevi alemde gördüğünü, maddi alemde tatbik ederse hata eder. (Tafsilatlı bilgi için Telvihat-ı Tis’a adlı esere müracaat edilsin)




Üstadımızın bazı talebelerinin Üstad Hazretlerine göndermiş oldukları lahika mektuplarında “Üstadım, sen mehdisin” dedikleri mektuplar, bu nevidendir.




Yani Üstadın bazı talebeleri manevi alemde terakki ederken Üstadı, mehdilik makamında gördüklerinden o manevi alemde gördüklerini, keşfiyatlarını Üstad Hazretlerine beyan etmişlerdir.




Üstadımız ise, alem-i sahv de olduğu için o makamlardan geçtiği halde kendisine mehdi dememiştir.




Ve alemi sahv da olan Üstadımızın müdakkik ve alim talebeleri de (Hacı Hulusi Bey, Hoca Sabri, Mehmet Feyzi Efendi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Hakkı Efendi, Hüsrev, Ref’et Bey vb. gibi) bu davada, yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır.




Manevi alemde Üstadı o makamda gören şahısların mektupları hüsnü zanla ve o manevi makama göre yazılmış mektuplardır. Alem-i maneviyeye bakar, alem-i maddiye bakmaz. Onların bu keşfiyatlarını alem-i maddiye tatbik etmek ise hatadır.




Daha sonra Üstadımız o talebelerinin hatalarını Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserin dokuz-on sahifelerinde mehdilik mevzuunda tashih etmiştir.



Keşfiyatlarının doğru olduğunu, fakat iki noktayı iltibas ettiklerini o mektupta onlara haber vermiş, keşfiyatlarındaki o iki iltibas noktasını tashih etmiştir. O iltibastan;




Birincisi; Alem-i manevi ile alem-i maddiyi iltibas etmek.




İkincisi; Üç mümessilin ve cemaatların yapacakları vazifeleri bir şahısta ve talebelerinde görmeleridir.

Üstad Hazretlerinin bu mektubuyla, keşfiyatlarında iki noktayı iltibas eden o talebeler, Üstadın bu tashih ve ilanıyla böyle bir davadan vazgeçtiler.

Tasian; Bu mehdilik meselesi ile Risale-i Nur ve Risale-i Nur müellifi ve Risale-i Nurun müdakkik, has ve eski talebeleri mesul tutulamaz.

Çünkü Risale-i Nurda böyle bir şey mevcut değildir. Hazret-i Mehdinin geleceğine dair hüccet ve deliller ise daha sonra zikredeceğimiz eserlerdeki nakillerden de anlaşılacağı üzere çoktur.

Hem Risale-i Nur müellifi de böyle bir şeyi, yani mehdi-yi Azam, Mehdi-yi ahir zaman olduğunu dava etmemiş.

Belki Mehdi-yi Azamın bir pişdarı olduğunu ilan etmiştir ve hem de Üstadın has ve müdakkik talebelerinden de böyle bir şey sudur etmemiştir.

Yani Üstadlarının Mehdi-yi Azam olduğu davasında bulunmamışlardır. Öyle ise Risale-i Nur ve Risale-i Nurun müellifi olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ve Risale-i Nurun has ve müdakkik şakirtlerini bununla mesul tutmak hatadır.

Çünkü onlar böyle bir şeyi dava etmemişler. Ahir zaman mehdisinin geleceğini de çok defa gerek yazı ile gerek şifai olarak söylemişlerdir

Aşiren; Madem öyledir. Alem-i sahvde olan Üstadımızın ve onun birinci talebesi olan hacı Hulusi Bey Merhumun bu mevzu hakkında söylediklerine kulak verelim;

Sikke-i Gaybi adlı eserin dokuz ve onuncu sayfalarında şöyle buyurulmaktadır;

Aziz, Sıddık Kardeşlerim;

Evvelâ; Nurun fevkalâde has şakirtleri, "Sikke-i Gaybiye" müştemilâtiyle, o evliya-yı meşhûreden, kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî'nin sarih ihbarı ve evlâtlarına vasiyeti ile ve Isparta’nın meşhur ehl-i kalp âlimlerinden Topal Şükrü'nün zâhir haber vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikati dâva edip, fakat iki iltibas içinde bu bîçâre, ehemmiyetsiz kardeşleri Said'e bin derece ziyade hisse vermişler.

On seneden beri kanaatlerini tâdile çalıştığım halde, o bahadır kardeşler kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet onlar, On sekizinci Mektuptaki iki ehl-i kalp çobanın macerası gibi, hak bir hakikati görmüşler, fakat tâbire muhtaçtır. O hakikat da şudur;

Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühim mi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüşler.

İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahsı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler.

Bâzen da o şahsı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime mültefitane bakmışlar.

Bu hakikatten anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.

O zâtın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir.

Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.

O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâm’a bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâm’a hizmet etmektir.

Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir

Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.

İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve te'vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşa verir ve vermiş.. hücumlarına vesile olur.

Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar, öteki cihetlere hamlederler.

Kardeşlerimin ikinci iltibası; Fâni ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzı cihetlerle birinci vazifede pişdarlık eden Nur Şakirtlerinin şahsı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar.

Halbuki bu iki iltibas da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de evhama düşürüp Risale-i Nurun neşrine zarar gelir.



Bu zaman, şahsı mânevî zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fânî ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez

Elhâsıl; O gelecek zâtın ismini vermek, üç vazifesi birden hatıra geliyor, yanlış olur. Hem hiçbir şeye âlet olmayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avâm-ı mü'minîn nazarında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır, yakîniyet-i bürhaniye dahi kazâyâ-yı makbûledeki zann-ı galibe inkılâp eder, daha muannid dalâlete ve mütemerrid zındıkaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i îmanda görünmemeye başlar; ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itiraza başlar.

Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip görülmüyor. Belki müceddittir, onun pişdarıdır, denilebilir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi / Sayfa 9 / 10

“Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani Mehdi ve şakirtleri Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah'a şükrederiz.” Kastamonu Lahikası Sayfa / 72

“İmam-ı Rabbanî, gibi bazı kudsi muhakkikler demişler ki; ahir zamanda ilm-i kelamı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesail-i imaniye-i kelamiyeyi birisi öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşif ve tarikatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir.

Hatta İmam Rabbani kendisini o şahıs gibi görmüştür. Senin şu aciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim yoktur.

Fakat o ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük adamın bir pişdar neferi olduğumu zannediyorum.” Barla Lahikası Sayfa / 162

“Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki; “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümatını dağıtacak.”

Ben, böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zâtlara zemin ihzar ediyoruz.” Mektubat Sayfa / 345

“Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

Hem üç mesele var; Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, iman meselesidir.

Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en azam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın...” Kastamonu Lahikası Sayfa / 57-58

“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.

Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

Rivayet-i hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayat perest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.

Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhir zamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (ASM) cemaat-ı nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdide ve cemaatindeki şahsı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nurun hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalalet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şahadet eder.

Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında, şahsımı medar-ı nazar etmemeli.” Kastamonu Lahikası Sayfa / 139

“Nurun ehemmiyetli bir kısım şakirtleri pek musırrane olarak âhir zamanda gelen Âl-i Beyt'in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar.

Sen de onların fikirlerini musırrane kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezattır. Hallini isteriz?

diye sormaları sebebiyle onlara cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdi-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahsı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (ASM) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (ASM) kanunlarının bir derece tatile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.

Nur şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nurda gördüklerinden ikinci, üçüncü vazifeleri de buna nispeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nurun şahsı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar.

Bir kısmı, o şahsı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden bazen o ismi ona da veriyorlar. Hattâ evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nuru aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu; bu tahkikatla, tevil ile anlaşılır diyorlar.

İki noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır.

Birincisi; Âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilafet-i Muhammediye (ASM) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.

Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhir zamanın büyük mehdisi ünvanını almamışlar.

İkincisi; Âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacak. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (RA) bir veled-i manevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed (ASM) bir manada hakikî Nur şakirtlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt'ten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ü şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlası bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur bilirim.” Şualar Sayfa / 373-374

Sual; Ahir zamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş alemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayet-i sahiha var.

Halbuki şu zaman cemaat zamanıdır; şahıs zamanı değil! Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatın mümessili olmazsa, bir cemaatin şahsı manevîsini temsil etmezse; muhalif bir cemaatın şahsı manevîsine karşı mağluptur.

Şu zamanda -kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun- böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadat-ı azîmesi içinde nasıl ıslah eder?

Eğer Mehdinin bütün işleri hârika olsa, şu dünyadaki hikmet-i İlahiyeye ve kavanin-i âdetullaha muhalif düşer. Bu Mehdi meselesinin sırrını anlamak istiyoruz?

Elcevab; Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u azam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zâtları göndermiş; fesadı izale edip, milleti ıslah etmiş; Din-i Ahmedîyi (A.S.M.) muhafaza etmiş.

Madem âdeti öyle cereyan ediyor, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşit, hem kutb-u a'zam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.

Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icat eden Kadîr-i Zülcelal; Mehdi ile de âlem-i İslâm’ın zulümatını dağıtabilir. Ve va’detmiştir, vaadini elbette yapacaktır. Kudret-i İlahiye noktasında bakılsa, gayet kolaydır. Eğer daire-i esbap ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua lâyıktır ki; eğer Muhbir-i Sadık'tan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır diye ehl-i tefekkür hükmeder. Şöyle ki: Felillahilhamd

duası -umum ümmet, umum namazında, günde beş defa tekrar ettikleri bu dua- bilmüşahede kabul olmuştur ki; Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar.

Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır ve Hazret-i Mehdinin en has ordusudur.

Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve anane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil nesep ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun.

Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir.

Mütenebbih ve kalpleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihan değer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.

Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor.

Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.Mektubat Sayfa 411-412-413

Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli lamlar ve mim ikişer sayılsa bunlardan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdinin şakirtleri olabilir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi / 103

Rivayetlerde, âhir zamanın alâmetlerinden olan ve Âl-i Beyt-i Nebevinden Hazret-i Mehdinin (RA) hakkında ayrı, ayrı haberler var. Hattâ bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.

Allah-u alem bissavab bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki; Büyük Mehdinin çok vazifeleri var.

Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihat âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi.. her bir asır me'yusiyet vaktinde, kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdiye veyahut Mehdinin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi, Âl-i Beyt'ten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş.

Meselâ: Siyaset âleminde Mehdi-i Abbasî ve diyanet âleminde Gavs-ı A'zam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi Büyük Mehdinin bir kısım vazifelerini icra eden zâtlar dahi, -Mehdi hakkında gelen rivayetlerde- medar-ı nazar-ı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş; “Eskide çıkmış.” Her ne ise... Bu mesele Risale-i Nurda beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki;

Dünyada mütesanid hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, Âl-i Beyt'in hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.

Evet yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler manevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-ı Kur'aniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet'in şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda şeriat-ı Muhammediye’yi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (ASM) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdinin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır. Şualar Sayfa 496

Matbu eserlerde bulunmayan bir mektuplarında Üstadımız şöyle buyuruyor;

“Çok dikkatli Risale-i Nurun avukatı kardeşimiz Ahmet Feyzinin mehdi hadisesini Risale-i Nur dairesi içinde çokça medar-ı bahis etmesi, ehl-i dünyanın evhamını tahrike sebep olabilir.

Çünkü mehdi manasında bir siyaset dahi bulunur, diye eskiden beri fikirlere yerleşmiş.

Risale-i Nur bu meseleyi halletmiştir. Ahir zamanda büyük Mehdiden başka çok mehdiler gelmiş, geçmiştir, diye Risale-i Nur ispat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması, bu noktadan ileri geliyor.

Bu zaman, şahıs zamanı olmadığından o ehemmiyetli ünvanlar şahıslara verilmez.

Hem Risale-i Nura da siyaset manası taşıyan bu ünvanı vermemek münasiptir. Müceddidiyet kafidir.


Eskiden beri Üstadlarına karşı ziyade hüsnü zan kabul edilmiş.

Hatta Kur’andan ve hadisten sonra en mühim hüccet-i İmaniye Risale-i Nurdur diyebilirler. Umum kardeşlerimize birer, birer selam ve dualarını rica ederiz.

Said Nursî

Hacı Hulusi Beyden bu konuda sorulan bir suale O zat şöyle cevap vermiştir;

Sual; Bazı Risale-i Nur talebeleri Üstad Hazretlerinin Hazret-i Mehdi, Lenin’in de deccal olduklarını ileri sürüyorlar. Bazıları ise inkar ediyorlar. Bu mevzuda bize cevap verebilir misiniz?

Elcevab; Kafirler içinden çıkacak deccalın Lenin olduğuna dair açık bir yazı yoktur. Belki Lenin asıl deccal değilse asıl deccalın rejimini yani dinsizliğin tohumunu saçan bir kafir olması muhtemeldir.

Son zamanda gelecek Al-i Resulden olup deccalı öldürmek ve rejimini kaldıracak zat henüz gelmemiştir. Fakat geçmiş asırlar nasıl Mehdi siret bir zatı beklemişlerse, içinde bulunduğumuz asırda da böyle bir zat beklenilmiştir. Merhum Üstad Hazretlerinin bu asrın beklediği mehdilik vasfını imani tahkiki dersleri olarak neşredip, miras bıraktığı nurlu derslere mal etmiş ve kendisi bir makam sahibi olmadığı kanaatini hayatı boyunca müdafaa etmiştir.

Hacı Hulusi (RH)


“Ahir zamanda ehl-i Beyt’ten gelecek Muhammed Mehdi Hazretlerinin gelmediği kanaatindeyim.”

Hacı Hulusi (RH)

“Bizler buna kaniyiz ki, Risale-i Nurun kalplerdeki fütuhatı inayet-i Hak devam edecek. Belki Üstadın hayatından ziyade vefatından sonra Risale-i Nurdan istifade edenler çoğalacak. Bunlar umum mevcuda göre adeden azlıkta olsalar, bir gün gelecek ki, eser-i rahmet ve inayet olarak, zülcenaheyn bir zat, emri İlahi ile bu imanlıların başına getirilerek, imansızlığa karşı mücahede ve İ’la-yı kelimetullah yaptırılacaktır.”

Hacı Hulusi (RH)

“Benden mühim bir sual soruyorsunuz. Ayağını bastığı yeri göremeyen bir zavallı, sizin o sualinize nasıl cevap versin. Mamafih, bu münasebetle bir sırrı kısaca beyana münasebet geldi. Şöyle ki;

Hazret-i Mehdi hakkındaki Muhbiri Sadıkın haberinin tahakkukuna, ümmet her asırda intizar etmişlerdir.

Bu fitnelerin ve bid’aların çoğaldığı asırda da, aynı bekleyiş devam etmektedir.

Henüz o büyük mehdi gelmediği gibi, Hıristiyanlar içinde çıkacak dinsizliğin, imansızlığın, küfrün ve nifakın mümessilliğini yapacak olan büyük deccal da henüz çıkmamıştır. Fakat her asırda ümmet-i Muhammede (ASM) kuvvet-i imanları için, birer mehdi siretinde, manevi zatlar gelmişlerdir.

Bunlar başta müctehidin-i izam, İmam Gazali ve İmam Rabbani (RA)... gibi zevat-ı kiramdır. Son asırda bu vazife şöhret bulmuş ve lillahilhand iman ve Kur’an yolunda Üstad olmuş olan zata verilmiştir. O zat, hassaten son yirmi sekiz senelik ömrünü, iman-ı tahkikiye ve ümmetin imanlarını takviyeye hasretmiş bir memur-u manevi ve bir müctehid-i muhteremdir. Bu hakikati şüphesiz biliyorum. Diğer kalp ve ruhların mütahassıs hekimini ve yerini bilmiyorum. Şimdiye kadar böyle bir mübarek zatı, bulamamakla da cidden müteessirim. Beni teselli eden tek cihet, iman ve Kur’an hizmetinde şuurum taalluk etmeden lütf-u hakla istihdam edilişimdir.”

Hacı Hulusi Bey (RA)

Risale-i Nur Şerh ve İzahları, www.muhammediler.com Muhammediler İlim Yurdu



Mehdi Zamanında Neler Olacak?


MEHDİ hazretlerinin zuhurundan sonra büyük savaşlar olacak, yer yerinden oynayacak, büyük sayıda insan ölecek, mü’minler berzah aleminde rahat edecek, kafirler müşrikler münafıklar Cehennem çukurlarında azab çekecektir.


MEHDİ hazretlerinin zuhurundan sonra büyük savaşlar olacak, yer yerinden oynayacak, büyük sayıda insan ölecek, mü’minler berzah aleminde rahat edecek, kafirler müşrikler münafıklar Cehennem çukurlarında azab çekecektir.
Mehdi hazretlerinin rejiminin özellikleri nelerdir?
1. İtikad tashih edilecek, sapıklıklar yasaklanacaktır.
2. Salavat-ı hamsenin edası mecburî olacaktır.
3. Farz namazlar cemaatle kılınacaktır.
4. Muhadderat-ı İslamiye tesettüre girecektir.
5. İçki, kumar, riba yasaklanacaktır.
6. Müstehcen yayınlara ve Şeriata aykırı eğlencelere yasak gelecektir.
7. İsraf ve saçıp savurma beyinsizliğine dur denilecektir.
8. Kadın ve kızlar seks aleti ve seks kölesi olmayacaktır.
9. Bütün okul ve üniversitelerde Tevhidî, Kur’anî, Nebevî eğitim verilecektir.
10. Hz. İsanın nüzulünden sonra gayr-i müslimler akın akın İslama girecektir.
11. Avrupa Müslüman olacaktır.
12. Dünyada bir Altın Çağ yaşanacaktır.
13. Suçlar çok azalacak ve işleyenler, halka ibret olacak şekilde tenkil edilecektir.
14. Can, mal, ırz, neseb güvenliği sağlanacaktır.
15. Kur’an, Sünnet, Şeriat ahkamı hayata tatbik edilecektir.
16. Mürcie, mücessime, müşebbihe, Mutezile, Ehl-i Necd ve diğer dalalet fırkaları yıkılacaktır.
17. Dünyada öyle bolluk ve bereket olacaktır ki, zekat verilecek kimse bulunamayacaktır.
18. Mehdi hazretlerinden sonra dünya tekrar bozulacak, âhir zamanın bütün büyük alametleri zuhur edecek ve Kıyamet kopacaktır.
19. Hem imanı, hem aklı, hem firaseti ve hem de hikmeti olan Müslümanların büyük hadiselere hazırlıklı olmaları, hafifü’l-haz bulunmaları tavsiye edilir.
20. Cenab-ı Hak cümle mü’minleri âhir zaman fitnelerinden, melhamelerden, Deccalların Süfyanların Kezzabların hile ve tuzaklarından korusun ve hüsn-i hâtime nasip buyursun.
21. Haram yemek basiretleri bağlar, kulakları sağırlaştırır, kalpleri taşlaştırır. Aklı ve imanı olan herkes haram yemekten vaz geçsin, elinde haram birikim varsa hak sahiplerine iade etsin, edemiyorsa Allah yolunda tasadduk etsin, hayır yapsın.
22. Âhir zamanda Mehdi’nin zuhur, İsa aleyhisselamın nüzul edeceğine dair mânevî tevatür derecesinde ehâdis-i şerife vardır. Bunları inkar edenler büyük vartaya düşer. Ehl-i Sünnet Müslümanları münkir kâzibleri sakın dinlemesinler. Muhbir-i Sâdık Efendimiz haber vermiştir. Olacaktır.

MİLLİ GAZETE / Mehmet Şefket Eygi

Said Nursi’ye göre Mustafa Kemal Yahudi’dir




İŞTE O AÇIKLAMA:

Bugünlerde Mustafa Kemal’in serveti ve bunun kaynakları açıklanıyor. Çok tartışma konusu olan Yahudiliği konusunda Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin neşredilmemiş SIRR-I İNNA A’TAYNA adlı eserinde, ilgi çekici tesbitler var. Açıkça Mustafa Kemal’in Yahudi olduğu aktarılıyor. Bu Risale Eskişehir Mahkemesinde gündeme gelmiş ve ancak Bediüzzaman beraat eylemiştir. Ceza başka sebeplerle verilmiştir.

Sırr-ı İnna A’taynada geçen bölüm şöyle ;“Ma’lum büyüğe karşı birden hiddete geldi ve def’aten yazıldı:

Ey mülhidler, münafıklar ve ahmaklar!

Benim cesedimi paramparça etseniz de hakkı söylemekten vazgeçmeyeceğim. Eğer mümkün olsa bütün Şark’a ve Garb’a dinletecek derecede şöyle haykıracağım: Bu Kur’an haktır; bu Furkan sadıktır. Bu Kur’an Allah kelamıdır, onda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Muhammed Allah’ın resulüdür; bunda şek edilemez. Onun Şeri’atı Allah’ın vahyidir; mutlak adalettir ve asla zulüm değildir.

Ey Ladini olan mülhidler ve inkarcılar!

Dine Arş’ı titretecek kadar zulm ettiniz. Akibetinizi bekleyiniz. Sizin de sonunuz gelecek. Yakinim var ki, büyük bir kıvranış ve kahr ile gebereceksiniz. Ölüm döşeğinizden Arş’ın sahibi olan Allah perçemlerinizden yakalayarak sizleri cezalandıracaktır. Ağlama ve eyvah sesleriniz arasında Cehennemin sakar denilen ateşlerine atılacaksınız; sizleri acıdan titrecek olan zakkum meyvesini yiyeceksiniz; Kur’an’ın gıslin tabir ettiği bağırsaklarınızı parçalayacak olan cehennem içeceğini içeceksiniz. Azabınız ebedidir.

Siz bize mürteci diyorsunuz; biz de size mürtedler adını veriyoruz. Sizler kafirlerin en habisi ve vahşi hayvanlardan da vahşisiniz. İsmine layık olmayan reisiniz, deccal ve süfyandır; zındıkanın reisidir; vahşi eşeklerden daha eşektir; Yahudilerin en adilerindendir; zalimlerin en zalimidir.”

Said Nursi


———

Mustafa Kemal’in 30 Eylül 1911’de Kudüs Kamenitz Oteli’nde Yahudi Eliezer Ben Yehuda’nın oğlu Itamar Ben-Avi ile sohbeti:

-Mustafa Kemal: “SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün Yahudiler onun mesihliği altında birleşse..”

Hatta daha ötesi var:

Bediüzzaman hayatta iken bazı Nur Talebeleri, Zındıka Komitesinin reisi olarak kabul ettikleri Mustafa Kemal’e Atatürk ünvanının verilmesine de karşı çıkmakta ve bu yüzden Bediüzzaman ve Nur Talebeleri hakkında çıkarılan Kararnameye itiraz etmektedirler:

Yine kararnamenin aynı sahifesinde, Said Nursi’nin mahkumiyetinin bir sebebi olarak yazmışlar ki:

“Bütün ömrünü Türk vatanının dahili ve harici türlü tecavüzlerden kurtulmasına hasr-ı vakfeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve Türk istikbal ve istiklalinin sadık ve fedakar hadimi olan Atatürk’ü Süfyan ve İslam Deccalı, tagut, dalalet zındıka komitesinin firavunmeşreb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti diye vasıflandırmak ve bu suretle her Türk’ün kalbinde kökleşen Atatürk’ün sevgisini gönlünden sarsarak ve ona alet olan has adamlarına münafık, mülhid demesi büyük bir suçtur diye mahkum ediyoruz.”

Cevab: Yine Nur’un hapse girmiş bir kısım talebeleri diyorlar ki: Bu vatan ve milletin istikbalini ve istiklalini mahveden onun icraatı olduğuna bir delil şudur: Bu vatandaki milletin 1000 seneden beri Hristiyanın dehşetli umum devletlerine karşı 350 milyon ma’nevi ihtiyat kuvveti hükmünde olan alem-i İslam bütün ruh u canıyla bu vatandaki millete uhuvveti ve irtibatı ve düşmanın bu vatana hücumu vaktinde o muazzam ma’nevi ordu ağlaması ve itiraz etmesi içindir ki; 70-80 bir zaman 120 milyon Osmanlı Devleti o dindar raiyetiyle 400 milyon Hristiyan devletlerine karşı istiklalini, istikbalini muhafaza ediyordu. İşte o reis, bu ihtiyat kuvveti bu vatan ve milletin aleyhine çevirmesi ve bir cihette istiklalini, istikbalini mahvettiği halde; nasıl istiklal ve istikbalini muhafaza ediyor ve kurtarmış denilebilir?

Hem Bağdad’dan ta Hind’e ve Mısır’dan Cezayir’den ta Endülüs’e ve Yemen’den ta Ha-beşistan’a kadar adeta iki Avrupa kıtası kadar Osmanlı hakimiyeti ve Türk milletinin amiriyeti tahtında iken, 40 seneden beri o reis ve onun gibi dinsizliği dindarlara tercih edenler, 70 mil-yon Arab’ı elinden çıkardığı gibi, en mukaddes şeylerini dahi rüşvet verdirmeğe ve istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile ancak bir muvakkat idareye mecbur eden ve bu biçare masum ve mazlum ve dindar ve mücahid milletin hem istikbalini hem istiklalini dehşetli ve çok acınacak bir vaziyete sokan ve hakiki Türk hamiyetçiler ve vatanperverler ve dindar mütefekkirlerinin kalblerinde sevgisi kökleşmemiş olduğu halde;

Said o sevgiyi çıkarmasıyla suçludur, mahkum olur demeleri; ne kadar haktan, hakikattan, insaftan, vicdandan uzak olduğunu her vicdan sahibi anlar. Ve 20 ay hem tecrid-i mutlakta hapis, hem 2 sene göz hapsi altında mahkum etmek, dünyada hiç emsali vuku’ bulmamış zalimane bir muameledir.

Acibdir ki; savcı müddei iftiralı ittihamnamesinde en ziyade iliştiği ve Said’in ittihamına medar yaptığı, Siracünnur’un ahirindeki Beşinci Şu’a’ın mes’elelerinde Said demiş ki: Başa şapka koymağa cebreden Süfyan öyle dehşetli istibdadla hareket eder ki, bir cani yüzünden yüz köyü harab eder.. bir asi yüzünden binler masumu mahveder dediği fıkra için Said’in mahkumi-yetine pek musırrane çalışıp demiş ki: Atatürk’ü tahkir edip, inkılablar aleyhindedir.

Cevab: Yine o cevab veren Nur şakirdlerinden Abdürrezzak namında birisi diyor ki: İşte o davanın doğruluğuna delalet eden yüzer emareden tek bir emaresi, 1938’deki Dersim faci-asında binler masumları, ihtiyar kadınları hem öldürtüp hem ateşlere atmak ve bir isyan tevehhümü ve ihtimali yüzünden yaktırması; bu Beşinci Şu’a’ın o hükmünü kat’i hakikat olarak gözlerine sokuyor.

Acaba 1000 seneden beri bir milyar şühedayı hakikat-ı Kur’an ve iman yolunda feda edip şehid veren ve bütün mefahiri İslamiyetle tahakkuk eden ve alem-i İslam’ın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türk’e bütün bütün mahiyetlerine zıd ve bütün ecdadlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir adama, Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermek; ne derece Türklüğe bir adavet ve ihanet olduğu anlaşılmıyor mu?

Bediüzzaman ise, ona Mustafa Kemal isminin yakışmadığını ve yakışan ismin ما اصطفي بكمال olduğunu şöyle açıklamaktadır:

Bir zaman işittim ki; ahirzaman deccalından evvel ona benzer küçük mikyasta müteaddid küçük deccallar gelir ve bir kısmı geçmiş dedim. Öyle ise herhalde Şeri’at-ı Ahmediyenin ve şeair-i İslamiyenin tahribine çalışan Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstehak olmadığı Mustafa Kemal ismiyle malum olan şahs-ı menhus, o deccallardan birisidir.

Bidayet-i cumhuriyette kalbim öyle hükmetti. Bir emare aradım. O zaman kalbime geldi ki: Hesab-ı eb-cedi ilm-i cifirde ve çok ulumda muteber olduğundan onunla bakayım dedim, hesab ettim. Mustafa Kemal ismine ما اصطفي بكمال iki fark ile tevafuk ediyor.

Prof Dr.Ahmet Akgündüz


AMERİKAYI MASONLAR KURDU ve Her yere nüfuz etmişler



Halkı manipüle ederek siyonizmin bir parçası haline getirmek adına Amerika`da yayınlanan gazetelerin en önemlileri de Yahudi kontrolündedir. Nato`nun kuruluş kararının CFR toplantısında alındığı söylenmektedir. CFR ise Amerika`da kurulan dış ilişkiler komisyonunun adıdır. 37 üyesinden 10`u Yahudi diğerleri ise yüksek rütbeli masonlardan oluşur. 


İSRAİL LOBİSİ’NİN AMERİKA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Amerika Birleşik Devletlerinin dış politikasını ve askeri operasyonlarını İsrail lehine etkileyerek, İsrail’in tek başına yapamadığı “Irak İşgali” türü operasyonların ABD tarafından yapılmasını ve finanse edilmesini sağlayan sivil toplum örgütleri koalisyonudur.

“İsrail Lobisi” üzerine kitap yazan John Mearsheimer ve Stephen Walt’a göre bu Lobi esas olarak iki ana kuruluş ve yörüngesindeki sivil toplum örgütlerinden oluşmaktadır:

Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (American Israel Public Affairs Committee, AIPAC) ABD Meclisi ve Senatosu nezdinde lobi faaliyetlerinde bulunmaktadır.

Büyük Amerikan Musevi Örgütleri Başkanları Konferansı (Conference of Presidents of Major American Jewish Organizations) ise ABD’deki musevi toplumu ile ABD hükümeti arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır.

Bunun yanında Amerikan Girişimcilik Enstitüsü (American Enterprise Institute, AEI), Hudson Enstitüsü (Hudson Institute), Orta Doğu Politikası için Washington Enstitüsü (Washington Institute for Near East Policy, WINEP) gibi yeni-muhafazakar Neo-Con politikaların geliştirildiği düşünce kuruluşları da “İsrail Lobisi”nin entellektüel kuruluşları olarak finanse edilmekte ve çalışmaktadırlar. (Vikipedi)

ABD’de faaliyet gösteren İsrail yanlısı*American Enterprise Institute, Brooking Institution, The Center for Security Policy, The Foreign Policy Research Institute, Heritage Foundation, The Hudson Institute, Institute for Foreign Policy Analysis*ve*Jewish Institute for National Security Affairs (JINSA)*gibi nüfuzlu ve müthiş lobiler yapan kuruluşlar var.

ABD başkan adaylarının –ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun– seçim çalışmaları için gerekli olan paranın yüzde 60’ı Yahudi kökenli işadamlarından gelmektedir. Böylece lobi her iki tarafa da danışman olarak mutlaka Yahudi kökenli birini ya da İsrail’e sempatiyle bakan bir danışmanı angaje etmektedir.
Tüm bunlar etkili birer unsurdurlar, ama işin en önemli kısmı medyadır.

Dünya üzerinde İsrail ve Yahudiler kadar medyayı etkin olarak kullanan başka bir ülke ya da halk yoktur. Bugün*Wall Street Journal, Chicago Sun-Times, Washington Times, New York Times*gibi gazeteler,*Commentary, the New Republic*ve*the Weekly Standard*gibi dergiler,*CNN*ve*NBC*gibi televizyon kanalları tamamen İsrail’in çıkarlarına göre yayın yapmaktadırlar.*

***

Amerika`nın itibarlı eğitim kurumlarından Harvard ve Chicago üniversitelerinde çalışan iki akademisyen, imza attıkları akademik bir çalışma yüzünden az daha aforoz edileceklerdi. Stephen Walt ve John Mearsheimer isimli iki araştırmacının suçu, İsrail`in Amerikan dış siyaseti üzerindeki etkisini araştırmaktı.

İkilinin, Harvard Üniversitesi`nin internet sitesinde yer alan çalışmaları üzerine kıyamet koptu. İsrail yanlısı çevreler ayağa kalkarak üniversite yönetimini ablukaya aldı. Nasıl olur da Harvard böyle bir çalışmaya izin verirdi? İki bilim adamı derhal Yahudi düşmanlığıyla yaftalandı.

Tepkiler o kadar büyüdü ki, Harvard Üniversitesi çalışmada kendi logosunun kullanılmamasını istedi. (…)

Üniversitenin web sayfasından yüzbinlerce defa indirilen çalışmayı, ABD`de basacak bir yayınevi bulmak mümkün olmadığı için kitap ancak İngiltere`de basılabildi.

(…) Walt ve Mearsheimer`in çalışmalarındaki temel argüman, İsrail ile ilişkilerin ABD için stratejik bir yük haline geldiğiydi. Bu ilişki yüzünde, ABD`nin Ortadoğu siyaseti çıkmaza giriyordu.

İkiliye göre bu duruma rağmen ABD, İsrail`e kayıtsız şartsız destek vermeye devam etmekteydi. Bu sıra dışı desteğin nedeniyse İsrail lobisiydi. Son derece iyi örgütlenmiş olan bu lobi o kadar güçlüydü ki Amerikan dış politikalarını bile belirleyebilmekteydi. Irak`ın işgalinde bu lobinin etkisi vardı. ABD`nin Suriye ile görüşmesini engelleyen bu lobiydi. İran`a yapılacak bir saldırıyı teşvik eden de aynı çevreydi. Lobi o kadar etkiliydi ki kendisinden bahsedilmesi bile yasaktı. Bu yasağı çiğneyenler ve bu lobiyi ya da İsrail`i eleştirenler hemen antisemitik olmakla itham ediliyorlardı…

***

Gözüktüğü gibi süper güç dediğimiz Amerika’nın çaresizliği, güçlü istihbarat karşısında boyun eğmiş durumda.

Peki bu gücün TÜRKİYE’MİZ üzerindeki etkisi ne?

İktidara hangi parti getirilmek isteniyor?

Türkiye kurulduğunda meclisteki masonlar kimlerdi?

O masonların Ergenekon üzerindeki etkisi ne oldu?

Ergenekon’u nasıl kurdular?

ve daha birçok sorunun cevabı inşaAllah bir sonraki yazımda…

Allah yâr ve yardımcımız olsun.

Selam ve dua ile…


Kurtlar Vadisi Pusu - Hanedanların pilanları 


Giriş


Amerikayı kuran masonlar 1



Amerikayı kuran masonlar_3



Amerikayı kuran masonlar_4.



Amerikayı kuran masonlar_5.



Amerikayı kuran masonlar_6.



Amerikayı kuran masonlar_7.


Amerikayı kuran masonlar_8.





DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER







İLLUMİNATİ



1776 yılında Almanya’nın Münih kentinde, Adam Weishaupt isimli Kabbalacı bir hukuk profesörü ve Baron von Knigge önderliğinde kurulan gizli bir topluluktur.

AYDINLATILMIŞ OLANLAR
Illuminati, ‘Aydınlanmış Olanlar’ anlamına gelmektedir. Topluluğun kuruluş amacı cehaletle, baskıcılıkla ve kilisenin dogmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de, daha sonraları gizli siyasi amaçları olduğu öne sürüldü. İlluminati dünya siyaset tarihinin belki de zaman içerisinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır.

Illuminati şebekesinin fikri altyapısını oluşturan Tapınak Şövalyeleri orijinal adıyla “Tampliye Tarikatı” Haçlı seferleri sonrasında*Kudüs’te kuruldu. Bu adı almalarının sebebi ise iddia edildiğine göre*Kudüs*kralının Süleyman mabedinin bulunduğunu ileri sürdükleri bölgeyi koruma görevini kendilerine vermesiymiş. Masonluğun da temel fikriyatını geliştiren Tapınak Şövalyeleri muhtelif adlarla varlığını sürdürmüştür. Bugün bu hareketin en çok tanınan kolu ise Sion Birliği’dir.

Illuminati şebekesini oluşturanlar ise hem masonluk hem de Tapınak Şövalyeleri hareketi ile irtibatı olan kişilerdi. Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve Illuminati Şebekesi’nin fikriyatlarını, tören biçimlerini, beyin yıkama metotlarını ve simgelerini bağımsız bir bakış açısıyla inceleyenler bunların hepsinin de aynı kaynaktan beslendikleri ve aynı amaca hizmet ettikleri üzerinde ittifak etmektedirler.

-Yuvarlak Masa Teorisi-
Illuminati şebekesinin sonradan ortaya çıkan temel amacı bütün dünyayı tek merkezden yönetebilmek için eli her tarafa uzanabilen bir ağ oluşturmaktı. Fakat bunun gerçekleşmesi için birbirleriyle irtibatlı birtakım alt mekanizmaların oluşturulmasına ihtiyaç vardı. İşte bundan dolayı bir Yuvarlak Masa (The Round Table) teorisi geliştirildi. Bu teoriye göre şekillendirilecek organlar, üstlendikleri görevlere göre kendi aralarında bir irtibat ağı kuracak, bilgi alış verişinde bulunacak ve dünya ülkelerini yönlendirecek politikalar geliştireceklerdi. Yuvarlak Masa organlarının elemanları kendi ülkelerinde etkili kişiler olacaklardı.
BAKARA :10. Onların kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.
11. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.
12. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.
13. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
14. (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
15. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
31. Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.
32. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.
33. (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.
34. Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
35. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.
36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
37. Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.
38. Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.
BAKARA






Bilinmeyen yönü ile "EVANJELİST" Amerika


Bugün dünya üzerinde halkların sevmediği hatta nefret ettiği soykırımcı, zalim, emperyalist bir Amerika’yı kimler insanlığın başına bela etti? Bu sorunun cevabını...



Amerika dedikleri

Bugün dünya üzerinde halkların sevmediği hatta nefret ettiği soykırımcı, zalim, emperyalist bir Amerika`yı kimler insanlığın başına bela etti? Bu sorunun cevabını yine Amerikan Başkanı Bush`dan alalım; henüz 3-4 yıl önce tüm dünyanın, NATO`nun, BM`nin gözü önünde Irak`a giren Amerika binlerce masum insanı katlederken Amerikan Başkanı Bush operasyondan saatler önce “ bu bana tanrının emridir..” diyordu.





“Bugün milyonlarca Amerikalı, elektronik gözlerin, elektronik kulakların, bilinmeyen ve bilinemeyen ispiyonların, yalan makinelerinin, gizli ses kayıt aygıtlarının, bürokratik soruşturmaların oluşturduğu kola-hamburger ve fuhuşla yemlenen bir akvaryumda yaşamaktadır.

(Vance Packard– Zor Devlet kitabının yazarı)

Dünyada hiçbir devletin kafa tutmaya muktedir olamadığı sistem, insan haklarının, özgürlüklerin, silahın, paranın, gücün simgesi Amerika… Tabi bunlar sadece birilerinin kitlelere karşı duyurulmasını istedikleri kavramlardan ibaret. Aslında Amerika denen yapının, ne olduğu incelendiğinde zahirde Amerika diye bir olgunun olmadığını anlamak aşikar. İstihbaratından devlet yönetimine, dini inancından enternasyonal kuruluşlarına kadar aslında sadece kağıt üzerinde olan bir Amerika olduğunu biliyor muydunuz? Yani arkasında varolan apaçık bir Siyonizm gerçeğini. Öncelikle bu tezimizin bir siyasi kurgulama ya da ideolojik hayal ürünü olduğunu düşünenler olabilir ancak perdenin arkasına biraz dikkatlice baktığımızda aslında Amerika`yı insanlığın kıyımında kullananların bu gerçeği hiç de gizlemediklerini görmekteyiz. Amerikan devletinin yapısını ve mahiyetini anlamak için öncelikle bazı gizli gerçekleri gün yüzüne çıkarmalıyız. Mondializm(siyonizmin kökeni) ve Siyonizm gerçeği…

Bugün dünya üzerinde halkların sevmediği hatta nefret ettiği soykırımcı, zalim, emperyalist bir Amerika`yı kimler insanlığın başına bela etti? Bu sorunun cevabını yine Amerikan Başkanı Bush`dan alalım; henüz 3-4 yıl önce tüm dünyanın, NATO`nun, BM`nin gözü önünde Irak`a giren Amerika binlerce masum insanı katlederken Amerikan Başkanı Bush operasyondan saatler önce “ bu bana tanrının emridir..” diyordu. Ancak kimse bu sözün ne manaya geldiğini anlayamadı herkes bir başka açıklama olan “ bu bir demokrasi operasyonu” sözüne odaklandı. Evet bu sadece gösterilen sebepti. Aslında Amerikan Başkanı Bush`un “tanrının emri” sözleri tesadüf değildi. Nitekim F. D. Roosevelt“Politikada hiçbir şey tesadüfi değildir. Bir şey vuku buluyorsa o hadisenin önceden planlandığından emin olabilirsiniz” demesi bunun en güzel örneği idi. Bush bir şeyleri gerçekleştirmek için tanrıdan emir aldığını dünyaya haykırmaktan çekinmemişti. Peki neydi Bush`un bahsettiği bu görev işte bu aşamada cevabı, Amerika`nın kurulduğu dönemlerde aramak lazım.

Amerika`yı kimler kurdu

İngiltere`nin sömürüsü altında ezilen, yaşama şansı kalmayan yerli halk İngiltere`den kaçarak Amerika kıtasına yerleşti ve bir devlet kurdu. Resmi tarihin anlatımı ile sözgelimi 1774`te Amerika bağımsızlığını ilan etmiş ve Amerika diye bir kavram ortaya çıkmıştı. Buraya kadar olay baskı altındaki bir halkın kurtuluşu olarak dramatize edilse de hiç kimse sömürüden kaçarak Amerika`ya giden halkın yerli halka yaptığı sömürüden bahsetmez. Konunun orası başlı başına bir tez olacağından konumuza dönüyor ve Amerika`yı kuran zihniyeti anladığımızda o konunun da aydınlanacağını umuyoruz. Yeni kurulan Amerika acaba neden ve kimler tarafından kuruldu.

Yahudilerin Tevrat`ta kendilerine vaat edilen dünya krallığını kurmaları için kullandıkları en etkili silah para ve siyasettir. Kendilerinden güçlü devletlere savaş açıp onları işgal edeceklerine daha etkili bir sistemle o devletlerin idari ve siyasi mekanizmalarını ele geçirme yoluna başvurmuşlardır. Kilit noktalara Masonları, Yahudileri ve Yahudi sempatizanlarını yerleştirmişlerdir. Bu doktrini ise kutsal kitapları (muharref) Tevrat`ın şu ayetlerinden almaktadırlar; “Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar ve kralları sana hizmet edecekler.(İşaya böl. 60/10). Ve krallar sana uşak olacaklar … yere kapanıp ayaklarının tozunu yalayacaklar.(İşaya böl. 49/23).”

Böylesine aşağılayıcı bir tavırla yaklaştıkları diğer milletleri sömürmek onları kullanmak Yahudilerin kutsal kitap olarak kabul ettikleri muharref Tevratlarının onlara vaat ettiği “Arz-ı Mev`ut” yani vaad edilmiş toprakları alıp dünya krallığını kurmaları için şarttır.

Amerika tarih sahnesine çıkmadan önce işte bu emellerin merkezi, “üzerine güneş batmayan devlet” Britanya idi. O dönemde tapınak şövalyeleri olsun burjuvazi sınıfı olsun ve diğer aristokratlar olsun hepsi siyonizm etkisi altında idi.(19. yy.) Mason ve Yahudi başkanlar İngiltere`yi adeta Siyonizm`in kalesi haline getirmişti. Hatta başbakan Benjamin Disraeli döneminde İngiltere isminin İsrail olarak değiştirilmesi İngiliz parlamentosunda oylamaya sunulacak kadar ileri gidilmişti. İngiltere`yi böylesine etki altına alan Yahudi ve masonlar Amerika`yı da kuranların ta kendisidir. Amerika birleşik devletlerinin Chicago bölgesinde duran Amerika`nın kurucusu üç kişiyi simgeleyen heykeldeki portrelerden birisi ilk devlet başkanı George Washington, birisi Yahudi banker Robert Morris diğeri ise Yahudi Haym Salomon`dur. Amerikan ihtilali bu iki Yahudi`nin yaptığı büyük para yardımları ile gerçekleştirildi. Ve Amerika daha kuruluşundan itibaren ilk düğmesini yanlış iliklemişti.

Amerikan bağımsızlık beyannamesini imzalayan 56 kişiden 53`ü masondur. İhtilalin fikir babalığını yapan sevk ve idare eden Benjamin Franklin de Yahudi ve masondur. Bu tezlerin doğruluğunu yine mason yayını olan Mimar Sinan dergisinde şu ifadelerle görüyoruz; “Kardeşlerim masonluğun etkisi önce 1774`te Amerika`nın bağımsızlığında ve 1789`da Fransız devriminde görülmüştür. Bu hareketlerin başlarında bulunanlar da kardeşlerimizdi.” İngiltere o dönemde ilkeleri İncil ve dini sembollere dayanan bu devlete “muhafazakarların kurduğu devlet” diyordu. Bunun sebebi ise İngiltere`den kaçan Yahudi asıllı sığıntıların bu adadan göçmelerini Mısır`dan 2. göç gibi görmeleri idi. Yani bu göçden ve kurulan yeni devletten buram buram Yahudi kokusu gelmekte idi.

Bu tarihten sonra Amerika`yı kuran güçler elbette kendi doğurdukları çocuğu öksüz bırakmayacaklardı ve bırakmamalı idiler. Nitekim Amerika üzerindeki planları Abraham Lincoln, Andrew Johnson, Rutherford B. Hayes vb. gibi Yahudi sempatizanı amerikan başkanları ile bugüne kadar süregelmiştir. Skolastik dönemin dini baskılarından kurtulan ve aydınlanma döneminin rahatlığını derinden duyduğunu sanan halklar aslında bindikleri geminin kimler tarafından yönetildiğini anlayamamışlardı.( Hoş bugün de hala tam anlamış değiller). İşin garip tarafına gelince aslında bu Amerika kıtasını Müslümanlar biliyorlardı. Yani Yahudi Kolomb burayı keşfetmeden önce İslam alimleri eserlerinde Amerika`nın varlığından bahsediyorlardı. Ancak ilahi bir cilve burada bir kukla devlet kurmak yine Siyonistlere kısmet olmuştu.

Siyonizm gölgesindeki ABD başkanları

Amerika`yı kimlerin hangi şartlar altında kurduğuna göz attıktan sonra “kağıt üzerindeki Amerika” tabiri ile ne anlatmak istediğimiz hadiseye dönelim. Siyonist emellerin yeni üssü olarak kurgulanan Amerika üzerinde Yahudi etkisi azalmadan devam etmiştir. Amerikan`ın başına yine onu kuranlar geçerek Siyonist emellerine hız vermiştir. Bunların başında gelen amerikan başkanlarına kısaca değinme ihtiyacı hasıl oldu.

Woodrow Wilson; Wilson çocukluğundan itibaren babası tarafından Yahudi sempatizanlığı ile büyütülmüştü. Sempatizanı olduğu Yahudilerin desteği ile başkan seçildi. Yahudi devletinin kurulması için bir hayli çaba sarf etmiştir. Pek çok Yahudi liderle arkadaşlığı vardı bunların başında ise Theodor Herzl geliyordu. Wilson`a göre kutsal topraklar tekrar oranın asıl sahipleri ile dolmalı idi. Bunun için dünya Yahudilerini İsrail`de toplanmaya davet ediyordu.

Franklin Roosevelt; Amerika`nın bu başkanı da Amerika halkından ziyade Yahudilerle içli dışlı idi. Dış siyasetini Yahudilerin istekleri doğrultusunda yöneteceğine dair Yahudilere söz vermişti. Onun döneminde Amerika`da Siyonistler en rahat dönemlerini yaşamışlardır.

Harry Salomon Truman; kendisi Amerika`nın 33. başkanı olmakla beraber 33. dereceden de masondu. En yakın arkadaşları ve finans uzmanı siyonistti. Truman`ın Yahudi dostları arasında İsrail devletinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Weizmann da vardı. İsrail kurulduktan hemen sonra ilk tanıyan Truman olmuştur.

Jimmy Carter; aslen Yahudi`dir. Carter İsrail`e olan bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Hatta Yahudi liderler ile Beyaz Saray`da yaptığı bir toplantıda şöyle demiştir; “İsrail`i üzeceğime politik hayatıma son vermeyi tercih ederim.” Bir başka önemli toplantıda ise “İsrail`in başarısı politik bir mesele değil bir inanç meselesidir.” demiştir. Bu gibi tipik örnekler bir hayli fazladır son olarak Amerika`nın 41. başkanı Bush da Yahudi sempatizanı olmakla birlikte başta da tebeyyün ettiğimiz gibi Ortadoğu`da yaptığı işgaller için “bu tanrının bana emridir” demektedir. Carter`in “bu bir inançtır” sözü ile benzeşen bu sözün kaynağı birdir. Bütün bu açıklamalar ve Yahudi bile olmayan başkanlardaki bu tek sesin sebebi “Siyonistleştirilmiş Hıristiyanlık” olan “ Evanjelizm”dir.

Hıristiyanlıkta siyonist tahribatı: Evanjelizm

Evanjelizm Yahudilerin üstün ırk fikrini ve kurulacak büyük İsrail`in meşruiyetini Hıristiyan alemine İncil`i kullanarak yutturmaya çalıştığı tahrif edilmiş Hıristiyanlıktır. Yani evanjelikler büyük İsrail`in kuruluşuna yardım edecek, büyük İsrail kurulunca Mesih Hıristiyan aleminin başına geçecek ve dünya hakimiyeti kuracaktır. Bunun için önce büyük İsrail`in kurulması şarttır.

Oligarşik yapının hakim olduğu bir sistem de demokrasiden söz etmek elbette hariçten gazel okumaktan öteye gitmez. Hele belli bir ideolojiye hizmet eden kesim yönetimi bila kaydu şart elde tutuyorsa. Amerika denilen yapının siyasi alanda uyguladığı politik Siyonizm pusulasını yukarıda belirttik. Şimdi ise bunun sebepleri üzerinde duralım. Hıristiyan olan bir Amerika düşünün hatta kuruluş yıllarında İncil yasalarına dayandığı için, İngiltere`nin “muhafazakarlar devleti” diye tabir ettiği bir devlet nasıl oluyor da Siyonizm`e hizmet ediyor. Bu meseleyi anlamak için öncelikle Hıristiyanlık kavramı üzerinde durmak elzemdir. Bugün Avrupa`da ve Amerika`da kabul edilen, geçerli ve baskın din olan Hıristiyanlık anlayışının kökeni nereden gelmektedir? Hazreti İsa`ya Allah`ın oğlu mevkisi vererek onu rab edinen bir Hıristiyanlık elbette ahkam-ı ilahiyye ile bağdaşmamaktadır.

“Ben ve baba biriz...”

Örneğin muharref İncil`de geçen şu ayet Hıristiyanlığın kimyevi bir değişimle Emr-i İlahiden çıktığının ispatıdır. “ Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Babam her şeyden üstündür. Ben ve baba biriz.”(Yuhanna 10:27/30) Burada İsa(a.s) kendini Allah`ın oğlu olarak görmekte ve “baba ile ben biriz” diyerek haşa Allah`a ortak koşmaktadır. Aklı selim her Müslüman böyle bir safsataya elbette inanamaz. Bu konuda Allah`ın ayetleri açıktır. ( “Andolsun, `Gerçekten; Allah, Meryem oğlu Mesih`tir diyenler küfre saptı. Oysa Mesih`in dediği şudur: `Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah`a ibadet edin.`…” (Maide, 72)

Özünde teslis inancı yatan Hıristiyanlığın Allah`ın şeriatinden koparıldığı artık şüphe götürmemektedir. Aslında halen dört kutsal kitaptan birisi olarak kabul edilen İncil aslında hiç olmamıştır. Yuhanna, Matta, Luka vb. İnciller İsa(a.s) sonra insanlar tarafından oluşturulmuştur. Hazreti İsa (as.) Allah tarafından insanlara şeriatı tebliğ için gönderildiğinde Rabbi tarafından gönderilen vahiy ile insanlara hitap ediyordu. Yani bugün Hıristiyan din adamlarının anlattıkları hatta İncil`de beyan edildiği gibi onlara bir İncil okumuyordu. Zira bu sayfalar İsa (a.s) zamanında toplanamamıştı. Zaten alemlere rahmet efendimiz hazreti Muhammed( s.a.v.) bu eksikliği gidermek için son peygamber olarak gönderilmişti. Bu konu hakkında şu anki İncil yapısını kavramak için şu satırlar büyük önem arz etmektedir;

“İncil hem insani, hem de tanrısal bir kitap”

“Öncelikle şunu bilmek lazım: Hıristiyanlar yalnızca İncil`e değil Kutsal Kitaba inanırlar. Kutsal Kitap da Eski ve Yeni Ahit olmak üzere iki kitaptan oluşur. Eski Ahit ise Tevrat, (Yasa, Musa`nın beş kitabı) Peygamberler ve Yazılar olarak üçe ayrılır. Her bir bölümün de alt dalları vardır ama bu mevzua hiç girmeyeceğiz. Yeni Ahit ise İnciller (Matta, Markos, Luka, Yuhanna), Havarilerin İşleri, Pavlos`un Mektupları, Diğer Mektuplar ve Apokalips olarak beş ayrı bölümden oluşur.”

Yukarıda belirtildiği gibi Hıristiyan aleminin müntesip olduğu İncil bir takım toplama nüshalar ve Pavlos`un mektuplarından oluşmaktadır. Hıristiyanlara göre İncil biraz insani biraz da tanrısal bir kitaptır. Kitabı tanrı ilham etmiş insanlar yazmıştır. Hıristiyanlık Romalılara ve insanlığa bir şeriat olarak indiği dönemde, Kabalacı büyü kitaba inanan Siyonistler, hazreti İsa`nın getirdiği bu şeriatı da tıpkı hazreti Musa`ya yaptıkları gibi kabul etmemişlerdi. Bu yeni şeriatı da tahrip yoluna giden kabalacılar tahriplerine başladılar. Pavlos`la başlayan bu tahrip İznik konsülüne kadar devam etti. Yani Hıristiyanlık bir takım eller tarafından tahrif edilmeye başlandı. Bunun başını Aziz Pavlos çekiyordu. Pavlos hakkında fazla bilgi olmamakla beraber, Hıristiyanlıkta İsa`dan daha fazla itibara sahip olduğu söylenebilir. Hıristiyanlığı İsa`dan sonra bozup bir muharref din haline sokan Pavlos`tur. Gençliğinde hahamlık okuluna giden ve koyu bir Hıristiyan düşmanı olan Pavlos daha sonra Hıristiyan olduğunu söyleyerek bu din üzerinde olmadık tahribatı yapmıştır. Hazreti Musa`nın zamanından kalan bazı emirlerin hükmünü kaldırmaya çalışmış, kilise, günah çıkarma, doğuştan günahkarlık, teslis inançları gibi sapık inançları Hıristiyanlık içine sokmuştur. Aslen Romalı olduğunu iddia etmektedir. Ancak Yahudi olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Peki Siyonistler bunu neden ve nasıl yapmışlardır; “Siyonistler Hıristiyanlık dünyasına yapacaklarını yapmışlardı. Dinin münakaşa götürür cihetlerini ele alarak İsa`nın uluhiyyeti mevzuunu bir münakaşa meselesi yaparak Hıristiyanlıkta şüpheciliğin yani imansızlığın yolunu açmışlar, onları münakaşaya tutuşturmuşlar, fırkalara, mezheplere ayırmışlardı… Yahudi bilahare bu yüksek feragati Hıristiyanlık aleyhine ve Hıristiyanlığı Yahudileştirmek veya dejenere etmek maksadıyla komünizmle tefsir ederek bozmaya teşebbüs etmiştir. (…) Yahudi bu ilerleyişi önlemek için derhal Hıristiyanlığı Yahudi ve Yunan feylesofları vasıtasıyla kendi istediği şekilde teşkilatlandırmak için eline almıştır. (Ziya Uygur, Tarih Boyunca İhtilaller İnkılaplar ve Siyonizm, 4. Baskı, sf, 180- 181- 182, Divan Yay., İst.)

Hıristiyanların kafasını karıştıran yalanlar

Yukarıda beyan edilen birçok örnek gibi mesela Yahudilerin Hıristiyanlar üzerinde oynadığı ilginç bir başka oyun da “Meryem Ana Mezarıdır”. Yahudiler çocuklarını doğumlarının 9. günü sünnet ederler. 13. yaşı çocuğun rüşd yaşı sayılır. Yahudiler Kudüs`ü ele geçirdikten sonra sünnetsizliklerinden dolayı mundar addettikleri Hıristiyanların mukaddes Kudüs toprağına ayak basmalarını doğru bulmamışlardır. Ancak bu fikri açıkça beyan etmekten kaçınmışlardır. Bu sebeple bir hileye başvurarak “Meryem Ana Mezarının” Kudüs`te değil Türkiye de Efes`te olduğuna dair bir yalan icat etmişlerdir. Bu yalan sünnetsiz olan Hıristiyanların bundan sonra Kudüs`e gelmelerini ve kutsal topraklara basmalarını engelliyordu. Hıristiyanlar Kudüs` kendilerince hacı olmak için gidiyorlardı. Ancak 2000 yıl sonra bir Yahudi kızının rüyasında Meryem Ana`yı görmesi ve mezarının Kudüs` değil Türkiye`de olduğunu söylemesi ile Hıristiyan aleminin kafası allak bullak olmuştu. Bu numarayı çok da inandırıcı bulmayan papalık sonuçta rüyayı gören kızı azize ilan ediyor ve rotayı değiştiriyordu. Bu Meryem Ana olayından sonra papalık Yahudilere bir taviz daha veriyordu ki şöyle; Pazar günleri Katolik kiliselerinde yüzyıllardır süregelen bir dua okunurdu. Bu dua da Hazreti İsa`yı çarmıha geren Yahudiler lanetlenirdi. 1968 yılında papalığın emri ile Yahudileri lanetleyen bu dua kaldırılmıştı. Burada siyonizmin Hıristiyanlık üzerindeki etki alanını açıkça görmekteyiz.

Siyonistler, Hıristiyanları köleleştiriyor

Konumuz Amerika üzerinde yoğunlaştığından bu konuyu son zamanlarda ses getiren incelemeler yapan yazarlara bırakıyoruz. Burada anlatmak istediğimiz konu Hıristiyanlığın özünde olmayan birçok kavramın (aforoz, haç, kilise, İncil, günah çıkarma vb.) Siyonist kökenli ellerle Hıristiyanlık içine sokulması gerçeğidir. Büyük dünya krallığı kurulduktan sonra Mesih`in tekrar geleceği ve Hıristiyan aleminin başına geçerek dünyayı feth edeceği inancı Siyonistlerce ortaya atılan evanjalist fikrin temelidir. Siyonistler Kabala gibi büyü kitapları ve Talmud`dan aldıkları bu sapık fikirlerle Hıristiyan alemini kendilerine köle hale getirmişlerdir. Kabala ve Talmud, Tevrat inmeden çok daha evvel Yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği büyü ve şeytani güçlere dayanan bir doktrindir. Talmud ise Tevrat`ın bozulmuş halidir. Bugün Amerika Başkanı Bush`un kast ettiği “tanrının emri” aslı Talmud`a dayanan “Arzı mevud” için atılmış bir adımdır. Bush aslında tanrı tarafından değil Siyonist lobiler tarafından yönlendirilmektedir. Teoloji alanında evanjelist fikri benimseyenler Siyonizm`e uşak olmanın ötesine gidememişlerdir. Amerika halkı arasında dinin aslında önemli bir alanı kapsaması Siyonizm`in idealini uygulama alanını genişletmiştir. (Amerikalıların % 94`ü tanrı ve evrensel ruhun varlığına inanıyor. % 58`i dinin hayatlarında çok önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor.) Bugün Amerika`da ordunun yanı sıra en güvenilir kurum kilisedir.

Büyük İsrail için her şey mübah!..

Evanjelizm Yahudilerin üstün ırk fikrini ve kurulacak büyük İsrail`in meşruiyetini Hıristiyan alemine İncil`i kullanarak yutturmaya çalıştığı tahrif edilmiş Hıristiyanlıktır. Yani evanjelikler büyük İsrail`in kuruluşuna yardım edecek, büyük İsrail kurulunca Mesih Hıristiyan aleminin başına geçeçek ve dünya hakimiyeti kuracaktır. Bunun için önce büyük İsrail`in kurulması şarttır. Çünkü Siyonist öğreti bunu telkin etmektedir. Eski başkan Carter`in 1976 yılında kendisini yeniden doğmuş Hıristiyan olarak nitelemesi modern evanjelikler için bir dönüm noktası olmuştur. Günümüzde Amerika`daki evanjelist rakamın % 40 olduğu iddia ediliyor. İşin ilginç tarafı ise bu kesimin Amerika`yı yönetenler sınıfı olmasıdır. Bu evanjelistler birbirleri ile karşılaştıkları zaman “Kurtuluşa erdin mi?” ya da “Ne zaman kendini mesih`in hayatına vakfettin” sorusunu sorarlar. Eyalet Hükümetlerinden ulusal kuruluşlara, yerel yönetimlerden dini ve kültürel hayata kadar her alanda bu evanjelik tesir görülmektedir.

Sembollerin dili ve kilise

Bütün anlatılan tahribatların önemli bir kısmı da sembollerle yapılan tahribattır. Masonların en büyük özellikleri Kabala büyü kitabına dayanan semboller dilini her alanda kullanmalarıdır. Bugün Hıristiyan dünyasında “haç” olarak bilinen sembol aslında kabala büyü kitabına dayanır. Yani Hazreti Musa(A.s.)`dan önce Yahudilerin iman ettiği bugünkü Siyonistlerin hala inandığı kara büyü kitabı. Esasında haç Kabala`da şeytanın mührüdür ve hakimiyetini vurgular ancak Siyonist doktrin bu gibi işaretleri ve sembolleri de Hıristiyanlık içine sokmuştur. Yine kilise kurumu Hazreti İsa`ya dayanmamakla beraber özellikle ortaçağ`ın skolastik temellerini ve halkların sömürülmesini hakim kılmak isteyen Siyonistler bu kurumu da meydana getirmişlerdi. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bugün Amerika`da kilise en güvenilir ikinci kurum halindedir. Yahudi lobileri tarafından finanse edilen ve her alanda etkin bir konuma sahip olan kilise sayısı bir hayli fazladır. Sembol dili masonlar dolayısı ile Yahudiler için çok önemlidir. Amerika`da kurulan Darmunth Üniversitesi`nin ambleminde ibranice sözcükler yazılmış, Tevrat ayetleri ve ışık saçan üçgenler konulmuştur. Yine Amerika`daki Yale Üniversitesi`nde ibranice harflerden oluşan semboller vardır. Kolombiya Üniversitesi`nde ibranice “tanrının ışığı” yazması ve Yeshiva Üniversitesi ambleminde “torah ve bilgi” yazıları Yahudilerin evanjelikler üzerinde ki her alanda sürdürdükleri etkiye en güzel örnektir.

3. Bölüm

Amerika`yı kimler yönetiyor

“Büyük İsrail” devleti için her kesimi her şartta kullanmayı ilke edinen Siyonizm bu uğurda her yolu denemekten kaçınmamaktadır. Zaten güçlü olmayı hak sebebi sayan Siyonizm her anlamda gücü elde etmek için kendini buna mecbur hissetmektedir. Amerika üzerinde de bu sistemi uygulamaktadır.

“Şimdiye kadar hiçbir başkanın İsrail`e karşı koyduğunu görmedim. İsrail her zaman istediğini elde eder. Amerikan halkı eğer İsrail`in devletimiz üzerindeki etkisini bilseydi hemen ayaklanırdı. Milletimizin neler döndüğünden haberi yoktur.

(Eski ABD Genelkurmay Başkanı Thomas Moorer)

Yukarıda tebeyyün ettiğimiz gibi daha kuruluşundan itibaren Amerika, adeta Siyonizmin kalesi haline gelmişti. Hayalini kurdukları “Büyük İsrail” devleti için her kesimi her şartta kullanmayı ilke edinen Siyonizm bu uğurda her yolu denemekten kaçınmamaktadır. Zaten güçlü olmayı hak sebebi sayan Siyonizm her anlamda gücü elde etmek için kendini buna mecbur hissetmektedir. Amerika üzerinde de bu sistemi uygulamaktadır. Bugün Amerika`da devlet yönetimine yön vermek adına örgütlenmiş en önemli Yahudi lobisi AIPAC`dır. Yani Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi. Amerikalı siyasetçiler üzerinde inanılmaz bir etkiye sahip bu komite aynı zamanda Yahudileri bir araya toplamayı da başarmıştır. Yahudi yanlısı senatör ve kongre üyelerinin konuşma metinlerini hazırlamak, Ortadoğu stratejisine yön vermek seçimlerde medya, yayın gücünü kullanarak Yahudi sempatizanlarına kaynak sağlamak ve Amerika`daki Yahudi lobiler arasında kordinasyon sağlamak bu lobinin işidir. Ayrıca Yahudilerin yerel seçimlere aktif olarak katılımları ve finans kaynaklarını da bu lobi üstlenir. Amerika`da 6 milyon Yahudinin varlığı söz konusudur ve bunları bir bütün olarak düşünmek gerekir.

ABD eski Başkanı Bill Clinton 27 Ekim 1994`te İsrail parlamentosu (Kneset)`nda yaptığı konuşmada şöyle demiştir; “kuruluşundan beri İsrail`in varolma mücadelesinde zaferlerinizle sevindik ve ıstıraplarınızı paylaştık. Savaşta ve barışta. Truman`dan itibaren bütün ABD başkanları İsrail`in öneminin bilincinde idi. İsrail`in varolması sadece çıkarlarımız açısından değil inandığımız değerler açısından da önemlidir. İsrail`e olan ekonomik ve askeri yardımın şu anki düzeyde sürdürülmesi için çalışmaya kendimi adamış durumdayım.” Bill Clinton“inandığımız değerler açısından” cümlesi ile aslında siyonizmin uydurduğu evanjelist inanca olan bağlılığı en güzel şekilde alenen ilan ediyordu.

Her yere nüfuz etmişler

Sadece bu örnekler Amerika`yı kimlerin yönettiğini anlatmaya elbette yetmez. Halkı manipüle ederek siyonizmin bir parçası haline getirmek adına Amerika`da yayınlanan gazetelerin en önemlileri de Yahudi kontrolündedir. Nato`nun kuruluş kararının CFR toplantısında alındığı söylenmektedir. CFR ise Amerika`da kurulan dış ilişkiler komisyonunun adıdır. 37 üyesinden 10`u Yahudi diğerleri ise yüksek rütbeli masonlardan oluşur. İlk başkanı Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boshwitz`dir. Bugün Washington`daki dış işleri bakanlığı sadece göstermelik bir kurumdur. Amerika`nın gerçek dış işleri bakanlığı CFR`dir. Her alanda Amerika üzerinde derin akisli etkilere sahip Yahudi kuruluşlarından birisi de İsrail haber alma örgütü MOSSAD`dır. Yani İsrail sadece eğitim, medya, ekonomi alanında değil siyasi ve askeri anlamda da Amerika`yı yönlendirmektedir. MOSSAD Amerika`nın geliştirdiği her türlü silahtan ve savunma teknolojisinden haberdardır. ABD`li üst düzey yetkililerinin bilmediği birçok bilgi MOSSAD tarafından bilinmektedir. Hatta Amerikan Savunma Bakanı Müsteşarı David Mc Giffer “İsrailliler daha benim masama ulaşmadan belgelerden haberdar olur” demektedir. Bu gerçeğe göstereceğimiz tipik bir örnek inanılmaz derecede şaşırtıcıdır.

Eski bir yönetim görevlisi İsrail`in araştırma laboratuvarlarına nasıl sızdığını şöyle anlatıyordu. “İsrail ileri teknoloji ürünü bir malzeme istiyordu. Büyük bir makine idi oldukça ağırdı ve tek parça idi. Başka ülkelerin İsrail`in bile eline geçmesini istemiyorduk. Makine çok seri bir şekilde kurşun üretmeye yarıyordu. Eğer hayır desek İsraillilerin başımızın etini yiyeceklerini bildiğimizden isteklerini inceleyeceğimizi söyleyip onları biraz olsun oyalamak istedik. Sonra şaşkınlık içinde İsrail`in makineyi çoktan satın alıp New York`ta bir depo da sakladığını öğrendik.” İsrail inşaat firmaları, hava yolları, uluslar arası ticaret örgütleri MOSSAD için birer yasal kılıftır. MOSSAD`ın haber almak ve ajanlarının güvenliği sağlamak için bu tip kuruluşlara ihtiyacı vardır. Arap-İsrail savaşlarının yaşandığı dönemde Amerika`nın elinde bulunan son sistem uçak filosu Amerika Genelkurmay Başkanı Moorer`e rağmen kongre kararı sonucu İsrail`e gitmişti.

Siyonistlerin kirli oyunu bozulmalı

Bütün bunların yanı sıra BM, NATO, AB gibi uluslararası kuruluşlar da Amerika ve siyonizmin kontrolündedir. Rotary, Lions, Dıner, YMCA teşkilatları da siyonizmin dünya hakimiyeti için çalışmaktadır. Örneğin Avrupa birliği bünyesinde bakanlar kurulu kafi iken siyonizmin her şeyi kontrol edebilmesi için “Komisyonlar Kademesi” konulmuştur. Masaya gelen meseleler direk parlamentoya gidemez öncelikle komisyondan geçmesi gerekmektedir. NATO`nun kurulmasına ise CFR toplantılarında karar verilmiştir. Zira insan hak ve hürriyetlerinin sözde savunucusu olan NATO ve BM hiçbir zaman Amerika ve İsrail`in dünya üzerindeki işgallerini önlememiştir. En son İsrail Lübnan`a girdiği vakit (geçen yıl) NATO ve BM kendi karargahlarının vurulmasına rağmen İsrail`e kınama bile verememişlerdir. Henüz dumanı tüten, Bosna soykırımında BM ve NATO insanlıkla dalga geçercesine soykırım var soykırımcı yok gibi gülünç bir açıklama yapmıştır.

Türkiye ise tüm bu gerçekleri görmemezlikten gelmemelidir zira büyük İsrail krallığı ideasının içinde Türkiye toprakları da vardır. Siyonistler, masonlar ve evanjelikler aracılığı ile kendi fikirlerince “tanrıyı kıyamete zorlamaktadır”lar. Görünen o filmlerden kahramanlık karelerini izlediğimiz dünyada ki barışın teminatı(!) Amerika`nın kimler tarafından yönetildiği aşikardır. Bu sistem insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Tüm bu planları bozacak olan güç “İslam Birliği”nden geçmektedir. Türkiye`nin izleyeceği siyaset Siyonizm kaynaklı olmamalı İslam merkezli olmalıdır. Halen prosedürde var olan D-8 gibi bir eşsiz proje gerçek anlamda hayata geçirildiğinde Siyonistlerin çanına ot tıkamaya yetecektir. Ne mutlu yeni bir dünya için çalışanlara.